Gelecek, kendi vebalini taşıyabilen omuzlarındır. Diğerleri, ancak dünün ibretlik figürleri, paslı hatıraları olarak kalmaya mahkûmdurlar.
Hata yapmak kaçınılmazdır; fakat hatayı sahiplenmek tercihtir. Olgunluk burada başlar: Kişinin kendi payını inkâr etmeden, suçu dağıtmadan, olanı olduğu gibi kabul edebilmesinde. Geçmişte yaptığı hataları kabul etmek yerine sürekli başkalarını suçlayan insanlar, aslında yükten ve sorumluluk almaktan çok, kendileriyle yüzleşmekten kaçarlar. Bu bağlamda yaptıkları açıklamalarla, sorumluluğu biraz daha dışarı iter; sundukları gerekçelerle, gerçeği biraz daha eğip bükerler. Örneğin zor bir dönemde yanınızda olmayan biri, bunu açıkça kabul etmek yerine “koşullar böyleydi”, “benim de problemlerim vardı” ya da “sen zaten güçlüydün” diyerek yokluğunu mazur göstermeye çalışır. Böylece asıl mesele olan sorumluluk, fark edilmeden karşısındakinin omzuna bırakılır. Şiddet içeren ilişkilerde, zarar veren kişi davranışını sahiplenmek yerine “beni buna sen zorladın”, “sinirlendim çünkü provoke edildim” ya da “o an kendimde değildim” gibi ifadelerle suçu karşı tarafa ya da koşullara yükler. Böylece şiddetin kendisi görünmez kılınır, sorumluluk ise mağdurun omuzlarına bırakılır. Aynı çizgide, kadının ruhuna hitap eden “Senden önce sevmeyi bilmiyordum” cümlesi de çoğu zaman verilen zararı üstlenmek yerine onu masum kişisel bir eksiklik gibi sunmanın başka yoludur. Bu sözlerin hepsi farklı ağızlardan çıkar ama sonuca varır: sorumluluğun sessizce başkasına bırakılmasına. Kimi parasızlığını ailesine yükler, “beni hiç desteklemediler”, “kardeşim, eski eşim, annem yedi; beni şu batırdı” der; kendi korkularını, vazgeçişlerini konuşmaz. Kimi işinde tutunamaz, “şansım hiç yaver gitmedi” diye anlatır; yanlış seçimlerini görmezden gelir. Kimi ilişkilerini tüketir, sonra “kimseye güven olmaz” diyerek sitem eder; ilk kıran taraf olduğunu hatırlamak istemez. Herkesin bir hikâyesi vardır ama herkes kendi cümlesinin öznesi olmayı seçmez. Zamanla bu kaçışlar alışkanlığa dönüşür. İnsan, hatasını her inkâr ettiğinde kendinden biraz daha uzaklaşır. Yüzleşmek ağır gelir; çünkü insanın en zor baktığı yer, kendi içidir. Oysa sorumluluk alınmadıkça yük azalmaz, yalnızca üzeri örtülür. An be an sessiz kalan her şey gibi, günün birinde daha ağır hissedilir. Bu yüzden mesele hatalar değildir. Mesele, o hataların arkasında durabilme cesaretidir. “Burada benim payım var” diyebilmektir. Olgunluk benim tanımımla insanın kendini kandırmayı bırakıp, gerçeği olduğu gibi kabul ettiği yerde başlar. Geçmişte yanınızda olmamış kişileri yarınınıza taşımayın. Unutmayın hatalarını olgunlukla kabul etmek, telafi etmeye çabalamak yerine sizi suçlamayı seçenler yarın da aynı yolu seçeceklerdir. Çünkü sorumluluktan kaçan kişiler dönüşmezler; koşullar değiştiğinde yeni gerekçeler üretirler. Bu yüzden sınır çizmek önemli bir kendini koruma biçimidir. Yanında olmayanı yarına taşımamak, geçmişi cezalandırmak anlamına gelmez; geleceği daha bilinçli, daha sağlam bir zeminde kurma iradesidir. Bu tutum dışarıdan bakıldığında sertlik ya da katılık olarak yorumlanabilir; hatta zaman zaman kibirle suçlanmak da mümkündür. Oysa burada söz konusu olan yargı dağıtmak değil, tekrar eden bir deneyimden çıkarılmış kişisel farkındalıktır. Mesafe koymak ve o mesafeyi korumak, duygusuzluk değil; aynı döngüyü yeniden yaşamayı bilinçli biçimde reddetmektir. Hayat, kendini kandıranlarla değil; gerçeği taşıyabilenlerle daha sağlıklı ilerler. Gelecek, suçu sürekli başkasında arayanlara emanet edilemez. Öyle ya, bazen büyümek, tutunmakla değil; taşımamayı seçmekle olur. Bu seçim kişisel bir tercih değildir; sağlıklı bir benliğin ve işlevsel bir toplumun dayandığı derin sosyo-psikolojik bir zorunluluktur.
Zira bir ruhun olgunluğu, kendini bilmekle başlar.
Kendini bilmekten imtina edenler, kendi hakikatlerinden de azledilirler.
Yorumlar
Kalan Karakter: