Türk halkı kritik bir yol ayrımına doğru yaklaşıyor.
Osmanlı Devleti'nin Sevr Anlaşması'nı imzalamasıyla Türkler, Anadolu’da dar bir alana sıkıştırılmış, adeta nefes alamaz hâle getirilmişti. Emperyal güçler, tarih boyunca Türklerin Anadolu’da güçlenmesini istemediler; bundan sonra da istemeyeceklerdir.
Türklerin entelektüel mareşali Atatürk önderliğinde ve etrafındaki yüksek kabiliyetli vatansever komutanların olağanüstü desteğiyle, Türk halkı kendisine biçilen bu dar alandan, yüreğiyle, onuruyla ve haysiyetiyle savaşarak kurtuldu; ardından Lozan Anlaşması ile ülkenin tapusunu aldı. Egemenlik, aileden (saraydan) alınıp millete verildi.
Emperyaller, Türkiye Cumhuriyeti’ne sızmak istediler; ancak Atatürk yaşadığı sürece buna asla izin vermedi. Avrupa’da Hitler, Mussolini gibi diktatörler yükselirken, ülkemizde kalkınma, eğitim seferberliği ve uygar ülkelerin ihtiyaç duyacağı yasalar hayata geçiriliyordu.
Çiçeği burnunda Cumhuriyet yürümeye başlayınca, emperyaller birtakım bölücü nifak tohumlarını desteklemeye başladılar. Şeyh Said, Koçgiri, Ağrı ve Dersim isyanları gibi olaylarda, bölücü gruplara destek vererek genç Cumhuriyet’i baltalamak ve bölmek üzere planlar yaptılar.
Ne yazık ki Atatürk’ün ölümünden sonra devlet yönetimine yavaş yavaş sızmalar başladı. Bu sızmaların gerekçesini tartışmanın bir anlamı yok; sızma gün gibi ortadadır. Türk halkı, ekonomiden eğitime, savunmadan tarıma kadar birçok alanda emperyal güçlerin programına mahkûm edilmiştir. Tam bağımsızlık ilkesi törpülenmeye açık hâle getirilmiştir.
Çünkü Soğuk Savaş devri etkisini yitiriyor, ekonomik savaş mücadelesi başlıyordu. Köklü tarihimizle genç bir Cumhuriyet olarak yolumuza devam etmeye çalışırken, askeri müdahaleler (1960 darbesi, 1971 muhtırası, 1980 darbesi) ile demokratik hayatımız budanmaya başladı. Bu darbelerin sadece iç dinamiklerle olduğunu düşünmek saflık değilse aptallıktır.
Askeri darbeler süresince iç cephede sığ siyasetçiler tarafından sağ–sol, Alevi–Sünni, Türk–Kürt gibi ayrıştırıcı söylemlerle halk oyalandı; dış cephede ise PKK ve FETÖ gibi emperyal maşalarla yurttaşımızın canına ve devletin malına kastedildi.
Boş, sığ, demagog kasaba siyasetçileri; emperyallerin “İçeriyi vuruştur ki Türkiye enerjisini kaybetsin, dış tehditlere karşı zayıf kalsın” politikasını göremedi. Türk siyaseti, halk tabanına inemedi; parayı ve siyaseti zenginleşme aracı olarak gören haysiyetsiz kesimler tarafından ele geçirildi. Uçkuru ve boğazı ile rehin alınan çapsız siyasetçiler, maşa olmaya mahkûm edildi.
Türk halkı bilerek yoksullaştırıldı. Geçim derdinden dolayı kafasını kaldıracak zamanı kalmadı. Eğitim, liyakat, adalet gibi temel değerler sistemli biçimde değersizleştirildi.
Bugün “Terörsüz Türkiye” adıyla ambalajlanan şey, emperyallerin Lozan ile kursaklarında kalan Sevr planlarını gerçekleştirmeye yönelik bir adımdır. Kürtlerin temsilcisi olduğunu iddia eden yapıların, Anadolu halkının gerçek sorunlarını dile getirdiğini duydunuz mu? Eğer duyduysanız ne kadarını duydunuz?
Doğu’daki ağalık-marabalık düzeni, çocuk gelinler, çok eşlilik, tecavüz olayları, uyuşturucu kaçakçılığı gibi sorunlardan rahatsız olduklarını duydunuz mu? Duyamazsınız. Çünkü onlar yeşil dolarlarla satın alınmış bölücü işbirlikçilerdir. Onlara biçilen görev neyse, verilen talimat neyse sadece o kadar konuşurlar.
Yoksulluk sadece doğu illerinin değil, tüm ülkenin sorunudur. Günümüzde her haneye ayda 100 bin TL girse yoksulluk kalır mı? Adaletsizlik tüm ülkenin sorunudur. Adaletin olmadığı yerde hiçbir hak, huzur, gelişme ve refah olmaz. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, ülkenin temel sorunlarından biridir.
Bu sorunları çözmek yerine, anayasa değişikliği ve özerklik gibi dışarıdan dayatılan planları uygulamaya çalışmak, Türk halkını kandırmaktır.
Geldiğimiz noktada, ABD'nin Türkiye’deki diplomatı haddini aşarak “Osmanlı Millet Sistemi”ni model olarak önermektedir. Bu modeli daha önce Yugoslavya’da, Irak’ta denediler; şimdi Suriye’de uyguluyorlar. Sonuçlarını hep birlikte gördük.
Mevcut iktidar ve bileşenleri, yaptıkları uygulamalarla bu tavsiyeyi hayata geçirmeye koyulmuş görünmektedir. Bu durum, ulus-devlet yapımızı ve üniter sistemi tartışmaya açmaktadır.
Size sesleniyorum:
Anadolu’nun asırlardır yoksulluk çeken Türkmen halkı,
Anadolu’nun yerli iş birlikçileri tarafından kandırılmış Kürt halkı
ve diğer tüm etnik gruplara sahip yurttaşlarımız...
Hepimiz “Türk halkı”yız.
Etnik ve mezhepsel bölünmüşlüklerle mi yaşamak istiyorsunuz,
yoksa Ortadoğu’nun ortasında yurttaşların eşitliğine dayalı, uygar bir devlet olma yolundaki Cumhuriyetle mi?
Egemenliği saraya mı (bir aileye, imtiyazlı bir gruba) vermek istiyorsunuz,
yoksa saraydan alınıp halka verilen Cumhuriyet’e mi sahip çıkmak istiyorsunuz?
Bundan sonraki seçim tercihi bu olacaktır:
Ya Cumhuriyetçisin, ya da Yeni Osmanlıcı.
Yorumlar
Kalan Karakter: