Modelleme, en yalın haliyle gerçeğe benzer görüntüler yapmaktır. Birçok sektörde modelleme yapılır. Örneğin, bilim alanında modelleme; dünyanın belirli bir bölümünü veya özelliğini anlamak, tanımlamak, anlatmak ve buna benzer süreçleri kolayca aktarabilmek amacıyla görselleştirmek veya simüle etmek gibi durumlarda kullanılır. Eğitimde ise öğrencilerin öğrenmesine yardımcı olmak için kavramları, süreçleri, becerileri veya davranışları göstermeye yardımcı olur.
Ülke kaynaklarının kullanımını anlatmak için bir modelleme yapalım:
Bir aile farz edelim; belirli bir geliri ve gideri vardır. Aile reisi, gelir ve gider dengesini korumak için harcama yaparken önceliklendirme yapar. Anadolu insanı, parasının çoğunu çocuklarının eğitimi ve beslenmesine ayırır. Küçücük bir ailede bile harcama önceliği vardır. Halk arasındaki bir deyimle "ceketini satar", çocuğun eğitimine ve sağlığına harcar. Ebeveynler de çocukları arasında ayrım yapmaz; yaparsa ayrılık gayrılık başlar.
Bu davranış, genel itibarıyla doğru bir yaklaşımdır.
Devlet dediğimiz yapı ise millet adına milletin işlerini görmek, gördürmek, geliri toplamak, gideri adil bölüştürmek ve yönetmek için halk tarafından kurulan halkın kurumlarıdır. Halk, devlet kurumlarını yönetmesi için belirli dönemlerde seçim yoluyla, siyasi partilerden aday olan vekilleri seçer.
Aile, devlet yönetiminin küçücük bir modelidir.
Peki, Anadolu insanının ailesini yönetirken gösterdiği temel ilkeleri devlet vatandaşına uygulayabiliyor mu?
Eğitim mesela:
Bir ülkenin en büyük sermayesi, yetişmiş iş gücüdür. Yetişmiş iş gücü ise iyi bir eğitim müfredatından çıkmış bireylerle elde edilir. Ne yazık ki ülkemizin eğitim sistemi adeta bir yapboz tahtasına dönüşmüştür. 23 yıldır iktidarda olan AK Parti, bu süreçte 9 Milli Eğitim Bakanı değiştirmiştir. Bakanlar değiştikçe din temelli eğitim müfredatı da değişiklik göstermiştir. Bu başarısızlığı; PISA sınav sonuçlarında, yenilik ve patent sayılarında, dünyadaki ilk 500’e giren üniversite sıralamalarında açıkça görebiliyoruz.
Peki, devlet geliri adil bölüştürebiliyor mu?
Gelir dağılımında da ülkemizin karnesi oldukça kötüdür.
TÜİK istatistiklerine göre, en yoksul %20 toplam gelirin yalnızca %6,1’ini alırken; en zengin %20, toplam gelirin neredeyse yarısını (%43,9) almaktadır. İkinci %20’lik grup da %11,5’lik pay almaktadır.
Gini katsayısı, kişisel gelir dağılımını ölçmek için yaygın olarak kullanılan bir ölçüttür. Türkiye’de Gini katsayısı 0,433’tür (0’a yaklaştıkça eşitlik, 1’e yaklaştıkça eşitsizlik artar). Bu oran, yüksek gelir eşitsizliğine işaret eder.
Gelir dağılımındaki uçurum, yıllar geçtikçe artmaktadır. Bu durum; toplumlarda huzursuzluk, güvensizlik, kargaşa gibi olumsuzluklara yol açar.
Demek ki ülkeyi yönetenler geliri iyi dağıtamıyor, kaynakları hoyratça kullanıyorlar.
Aile modelinden devam edelim:
Devlet, vatandaşları arasında ayrım yapıyor mu?
Daha önce yaşadığımız ve son günlerde medyaya sıkça konu olan sınav sorularının ele geçirilmesi hususunu ele alalım. Bu olayın kamu vicdanında değerlendirilebilmesi için şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim anlayışı gerekmektedir. Yönetimde olanlar; böyle bir olayın olup olmadığını araştırmak üzere kamu kuruluşlarının ve siyasi parti temsilcilerinin ortak bir çalışma yürütmesini ve sonuçların Türk milletiyle paylaşılmasını isteyebilirdi. Bu yapılsaydı kamu vicdanı rahatlatılırdı. Maalesef, bu yapılmadığı için hep kuşku duyulacaktır.
Sokaktan geçen vatandaşa şu soruları sorsak:
• “Haksızlığa uğradığınızı düşünüyor musunuz?”
• “Devlet tüm vatandaşlarına eşit davranıyor mu?”
Ne tür cevaplar alırız?
Vatandaşların büyük çoğunluğunun ilk soruya “evet”, ikinci soruya ise “hayır” cevabı vereceğini tahmin edebiliriz.
Sonuç olarak:
Basit bir aile modelinde bile uygulanan yazılı olmayan ilkeler hayata geçiriliyorken; anayasa ve yasalarla oluşturulmuş devlet yapısında bu ilkelerin çok daha titizlikle uygulanması gerekir. Türk halkı, temel haklarının farkında olmalı ve haklarını aramalıdır. Aksi takdirde, nesiller boyu eğitimsiz ve yoksul yaşamak zorunda kalırız.
Yorumlar
Kalan Karakter: