Sabahın ilk ışıkları daha Buca’nın kaldırımlarına düşmeden ağır bir koku yayılıyor. Plastik torbalardan sızan pis su, sıcak asfaltın üstünde buharlaşıyor. Penceresini açamayan yaşlı teyze, içerideki yasemin kokusunun sinek vızıltısına teslim olduğunu görüyor. Üniversiteye yetişmeye çalışan öğrenci sırtında çantasıyla burnunu kapatıp koşuyor. Küçük bir kız çocuğu annesinin boyadığı ayakkabısıyla o suya basıyor, yüzünü buruşturuyor. Kahve köşesindeki emekli “kaderimiz bu mu!” diye mırıldanıyor. Otobüs durağında bekleyenler maskeleri yüzlerine yapıştırmış. Yaz sıcağında nefes almak zaten zor, bir de üstüne çürümüş yemek kokusu vuruyor. Bir anne, küçük oğlunun burnunu tişörtüne saklıyor; hamile bir kadın elindeki kolonyayı yüzüne sürüyor. Durakta beklemek artık sabır değil, ceza. Kaldırımlara yığılmış çöp torbaları cadde ortalarına kadar yayılmış, arabalara park edecek, otobüslere durağa yaklaşacak alan, gidecek yol bırakmamış Dün akşamdan beri güneşi görmüş naylonların içindeki yemek artıkları patlayıp saçılmış. Torbaların yırtığından çıkan kabuklar, ekmek kırıntıları, plastik şişeler birbirine karışmış. Her yeni torba bir öncekini örtmek yerine, daha büyük bir yığın yaratıyor. Yolun kenarında değil, hayatın ortasında duran kara yığınlar. Torbalar sadece çöp saklamıyor; kentin bütün kırgınlığını, ihmalini ve sabrını üst üste biriktiriyor. Bu torbalar yalnızca atık değil; içine sıkıştırılmış geleceğimiz... Kediler kirli poşetlerin arasında kayboluyor, köpekler plastikle kemikleri ayırt edemiyor böcekler avazı çıktığı kadar bağırıyor… gece ışıklarının etrafında dönen ince gölgeler, balkon camına, otobüs durağının direğine, insanların elbiselerine yapışıyor. Sinek değil, kıyamet gibi bir uğultu. Şehir yalnızca kirlenmedi; şehir nefesini kaybetti. Sahi, artık bu şehirde insan olmak mı zor, nefes almak mı? Çöp torbaları yalnızca yemek artığını saklamıyor; mahallenin kimliğini de ele veriyor. Öğrenci evlerinin önünde hızlı tüketilmiş makarna kutuları, göçmen ailelerin yaşadığı sokaklarda ucuz market poşetleri, dar gelirli mahallelerde tek tip ekmek ambalajları birikiyor. Torbanın içinden çıkan her şey aslında kimin nerede, hangi şartlarda yaşadığını fısıldıyor. Biriken çöpler birbiri ardına eklenerek günlerce bekliyor. Çocuklar oyun alanı bulamıyor, kiracılar balkonlarını kullanamıyor, pazarcılar mallarını sinekten koruyamıyor. Torba, yalnızca atık değil; sınıf farkının, gelir adaletsizliğinin, görmezden gelinmiş mahallenin belgesi diye geçiriyorum içimden. Koku belli ki, onurumuzdan da yükseliyor. Sorun torbada değil; yönetim zincirinde. Yıllardır İzmir’in bütün yükü tek bir omurga üzerine bindirildi: Harmandalı Düzenli Depolama Sahası. Fakat bu omurga çatladı. Danıştay 10 Temmuz 2025’te, uzun süren davaları sonuçlandırdı; yeni atık dökümünü yasakladı. Gerekçe açıktı: bölge heyelan riski taşıyor, çevre ve halk sağlığını tehdit ediyordu (Haber Sol, 2025). Mahalle halkı yıllardır “nefes alamıyoruz, suyumuz kirleniyor” diye sesleniyordu. Haklıydılar. Ancak sorun yasak değil; o yasağın geleceği biline biline alternatif sistemin kurulmaması değil miydi? 16 Eylül’de verilen geçici izin yalnızca 31 Ekim’e kadar ve günlük 2.477 tonla sınırlı kaldı (İzmir BB Basın Açıklaması, 16.09.2025). Bu demektir ki İzmir, nefes borusuna takılmış bir sondayla yaşıyor; nefesi dışarıdan pompalanan, kendi ciğerleri unutturulmuş bir hasta. Geçici, kırılgan, güvencesiz; tek bir kararla bütün oksijeni kesilebilecek kadar bağımlı... Kriz Buca’yı aştı. Karşıyaka’da konteynerler taştı, Bornova’da pazara sinekler çöktü, Konak’ta apartman girişleri torbalarla kapandı. Yaşananlar sadece Buca’nın değil, İzmir’in hikâyesi oldu. İzmir günde 4.500–5.000 ton çöp üretiyor; yazın bu rakam 6.000 tona çıkıyor (Ege Meclisi, 2023). Haziran–Eylül arasında 1.500 ton fazladan yük biniyor. OECD şehirlerinde kişi başı günlük atık 1,2 kilo iken İzmir’de 1,5 kilo (OECD Waste Report, 2023). Araştırdığımda gördüğüm rakamlar yalnızca sayı değil; eşitsizliğin göstergesi olabilir mi?
Eylül 2025’te Buca’da işçiler maaşlarını alamayınca sokaklar sessizleşti; kamyonlar yerinde kaldı, çöp dağları günbegün büyüdü (Habertürk, 09.09.2025). Sekiz gün içinde üniversite yurtlarının kapıları kokudan kapanırken, anneler çocuklarını sokağa salamaz oldu, pazarcılar mallarını sineklerden koruyamadı. Bir işçi, çöp yığınının önünde sigarasını yakarken hüzünle mırıldandı: ‘Maaşımı değil, emeğime saygı istiyorum.’ O cümle yalnızca bir işçinin serzenişi değildi; kentin bütün kalp atışının durduğu noktayı, zincirin koptuğu yeri işaret ediyordu. Çünkü emeğe değer verilmezse sokaklar kirlenir, sokaklar kirlenirse şehir hasta düşer. İşçinin alın teri, halkın nefes hakkıdır. İşçinin hakkı, temiz sokakla aynı zincirin halkasıdır. Ve bu zincirin bir halkası koptuğunda, bedelini yalnızca işçi değil, bütün şehir sağlığıyla öder. Dünya Sağlık Örgütü, sıcak iklimlerde evsel atığın 24–48 saatte sağlık riski yarattığını bildiriyor (WHO, 2023) İzmir yazında bu süre 24 saatin altına düşer. Bir gün toplanmayan çöp ertesi gün larvaya, üçüncü gün kemirgene, dördüncü gün hastalığa dönüşür. İzmir Tabip Odası (2022) raporlarına göre bu tür dönemlerde gastroenterit, solunum yolu enfeksiyonları, astım atakları artar. Çocuklar en kırılgan grup: bağışıklığı zayıf olan minikler oyun alanı bulamıyor. Kronik hastalığı olan yaşlılar kokudan değil, tetiklenen nefes darlığından hastanelik oluyor. Kiracı evlerinde yaşayan aileler, balkonlarında çamaşır kurutamıyor. Bu yüzden çöpün toplanmaması, hastanelerin dolması demek. Mesele yalnızca koku değil; doğrudan halk sağlığının çürümesi... Öte yandan, Buca’da ve İzmir’in genelinde çöp toplanamadığında kayıp iki yönlü oluyor: önce sağlık, sonra para. Çünkü çöp kamyonları her gün 22 bin kilometre yol yapıyor (İzmir BB Çevre Raporu, 2023). Her kilometrede 1,5 litre yakıt tüketiliyor; motorinin litresi ise 55 lira (TÜİK, Eylül 2025). Sadece fazladan 10 bin kilometre demek, günde 800 bin lira, ayda 24 milyon lira fazladan masraf demek. Oysa aynı çöp doğru yönetilseydi, bu masraf değil gelir olurdu. 1 ton organik atıktan 100 metreküp biyogaz, 170 kilovat saat elektrik üretmek mümkün (OECD Waste Report, 2023). İzmir’in yıllık 2 milyon ton organik atığı, 340 milyon kilovat saat elektrik demek; yani 100 bin hanenin ışığını yakacak enerji. Çöpü elektriğe dönüştüren bir tesis yaklaşık 1 milyar liraya kurulabiliyor Üstelik AB fonlarından bu yatırımın yüzde 40’ı hibe olarak karşılanabiliyor (AB Çevre Fon Raporu, 2024). Kalanı kamu–özel ortaklığıyla 600 milyon liraya tamamlanabilir. Böylece İzmir, bugünkü çöpten yarın için yılda 500 milyon lira gelir elde edebilir. Çöpü masraf olmaktan çıkarıp enerjiye dönüştürmek tam da budur: bugünün yükünü yarının gücüne çevirmek... Ancak mesele yalnızca kasadaki rakam değil; sokakta nefes alan hayatın ta kendisi. Bu yüzden artık konuşmamız gereken, rakamlardan çok yol haritasıdır. Harmandalı kapandığında hangi rota devreye girecek ilk gün açıklanmalıydı? Kriz anlarında ilk 30 günün belirleyici olduğu açıktır. Çift vardiya sistemiyle temizlik gece gündüz sürmeliydi; sadece çöplerin alınmasından bahsetmiyorum: kaldırımlar süpürülmekle kalmamalı, yıkanmalı, ilaçlanmalı. Büyük kamyonların giremediği dar sokaklara küçük araçlar sokulmalı. En önemlisi halk belirsizlik içinde bırakılmamalı; bir SMS ile “Sokağınıza araç 20:30’da gelecek” denebilmeli. Çünkü belirsizlik, koku kadar ağırdır. Orta vadede, yani 1–6 ayda akıl devreye girmelidir. Rotalar bilgisayarlı yazılımla optimize edilmelidir. İşçilerin emeği güvenceye alınmalı; maaş aksasa bile anahtar bölgeler 24 saat içinde toplanmalı, belediye farkı üstlenmelidir. Üniversite yurtları ve okullar pilot bölge olmalı; mahalle bazlı ayrıştırma günleri ilan edilmelidir. Açık veri panosu kurulmalı; vatandaş telefonundan kamyonun nerede olduğunu görebilmelidir. Uzun vadede, 6–12 ayda ise asıl dönüşüm gelmeli. İzmir artık tek bir sahaya mahkûm olmamalı. Kuzeyde, güneyde, doğuda yeni tesisler kurulmalı: kompost, biyogaz, enerji geri kazanım merkezleri muhakkak proje olarak düşünülmüştür. Finansman için AB fonları, PPP ve belediye tahvilleri devreye girmeli ve Harmandalı bağımlılığı bitmelidir. Hiçbir teknoloji, halkın katılımı olmadan işlemez. Kaynağında ayrıştırma yapılmadığında en gelişmiş sistem bile çöker. Apartman yöneticileriyle yazılı protokoller yapılmalı, çocuklara oyunla ayrıştırma öğretilmeli, gönüllülerle temizlik seferberliği başlatılmalıdır. Çünkü temiz sokak belediyeyle olduğu kadar, komşulukla da başlar.
Bence en önemlisi, liderlik. Liderlik özür dilemek değil, takvim açıklamaktır. Bir başkan şöyle diyebilmelidir: “Buca’da 72 saatte yığınları kaldıracağız. 14 gün içinde 30 küçük araç devreye girecek. 30 gün içinde ayrıştırma saatleri vatandaşın telefonuna ulaşacak. 180 gün içinde yeni tesisin ihalesine çıkacağız” (İzmir BB Kriz Planı Taslağı, 2025). Bu vaat değil, taahhüttür. Çünkü söz, eylem olmadığında hiçtir. Çöp torbaları yalnızca sokaklara değil, vicdanımızın ortasına yığıldı. İzmir’den, Buca’mdan üzgün dönüyorum. Buca’nın sokakları bu kentin belleğidir: sabah pazarında terleyen esnaf, kahve köşesinde oturan emekli, derse koşan öğrenci, göçmen mahallesinde oynayan çocuk. Bu belleği korumak hepimizin görevi... Bugün geç kalındıysa bile yarın için geç değil. İzmir’in onuru, Buca’nın kalbi, hepimizin vicdanıdır.
Yorumlar
Kalan Karakter: