Selam olsun adını taşın altına koyanlara, sabahın ayazında sınava girip gecenin karanlığında kitap kapağı kapatanlara… Selam olsun unvanını, bir çerçevenin içinde değil, hayatının her anında taşıyanlara.
Günlerdir ülkenin gündeminde aynı haberleri görüyoruz: Sahte diploma operasyonları. Devletin veri tabanına sızılmış, elektronik imzalarla onlarca sahte üniversite diploması, lise belgesi, ehliyet düzenlenmiş. Kimi belgeler, 6 Şubat depreminde hayatını kaybetmiş insanların kimlikleri kullanılarak hazırlanmış. Bir kâğıt parçasına yüklenen yalan, yalnızca hukuka değil, ölülerin hatırasına bile saygısızlık eden bir çürümeyi gösteriyor. Bu, sadece bir suç değil; ahlakın toprağından sökülmüş köklerdir.
Ancak, mesele yalnızca sahte kâğıtlarla sınırlı değil. Daha sessiz ve daha yaygın bir başka sorun var: Elinde gerçek diploma olup onu taşıyamayanlar... Akademisyen demek, üniversite kadrosunda yer almak değildir; bilgi üretmek, araştırmak, eleştirel düşünceyi diri tutmak, öğrencisine ufuk açmaktır. Bilim insanı, unvan sahibi kişi değil; bilimsel yönteme sadık kalan, kanıtı esas alan, gerçeği ararken kendi konforunu ikinci plana atabilen insandır.
Bugün bu tanımların uzağında kalan çok kişi var. Diplomayı bir ömür boyu geçerli bir imtiyaz sananlar… Akademik cübbesini yalnızca tören günlerinde hatırlayanlar… Hayatı boyunca tek bir özgün makale üretmeden “uzman” sıfatını ya da mesleki “unvan” kullananlar… Bu durum da sahte diploma kadar tehlikelidir; çünkü birini yakaladığınızda toplumu anında sarsar, diğerini fark etmediğinizde toplum yavaş yavaş içeriden çürür.
Üstelik tartışmalar çoğu zaman yanlış eksende yürüyor. Diploması yurtdışından diye hedef gösterilen ama gerçekten yetkin kişiler, sırf belge “bizim sistemden” değil diye şüpheyle karşılanıyor. Oysa içeride, kendi üniversitesinden mezun olduğu hâlde bilgisini yenilemeyen, sorumluluğunu yerine getirmeyenler sessizce yerlerini koruyor. Böylece mesele, liyakatten kopuyor; tartışma kâğıt üzerinde sıkışıp kalıyor.
Oysa unvan, yalnızca bir başlangıç belgesidir. Asıl sınav, onu her gün hakkıyla taşımaktır. Bu yüzden benim çözüm önerim şudur: Tüm mesleklerde düzenli aralıklarla yetkinlik sınavları yapılmalı. Akademiden tıbba, mühendislikten hukuka… Bu sınavlar yalnızca bilgi ölçmekle kalmamalı; etik duruşu, toplumsal sorumluluğu ve mesleki tutarlılığı da değerlendirmelidir. Ahlak çöktüğünde, diploma sadece mürekkep ve kâğıttan ibarettir; etik yoksa unvan, toplumun sırtında taşınan boş bir yüktür. Ahlakını yitiren bir toplumda, diploma sadece mürekkep ve çöptür. Kendi vicdanımızın karşısına çıkıp gerçek sınavı vermeye hazır mıyız?
Diploma, ömür boyu geçerli bir ‘izin belgesi’ değil; sürekli yenilenmesi gereken bir sorumluluk sözleşmesidir ve olmalıdır. Çünkü bilgi değişir, etik sınırlar genişler, toplumun ihtiyaçları evrilir. Bu sözleşme, sadece öğrenmekle kalmayıp, öğrendiklerini toplum yararına dönüştürme sorumluluğunu da kapsar. Ülkenin gerçek sermayesi, altındaki madenler ya da kasasındaki döviz değildir; işini doğru yapan insanların toplamıdır. Gerçek unvan, bir kâğıdın değil, bir ömrün imzasıdır. Onu taşımak, yalnızca hak değil; her gün yeniden verilen bir sözdür.
Yorumlar
Kalan Karakter: