Parmakların Kayarken Hayatın Kayıyor, Farkında Mısın?
Geçenlerde bir video düştü önüme...
Adam elindeki telefonu sanki dolu bir silahmış,
tehlikeli bir maddeymiş gibi yavaşça yere bırakıyor.
Sonra ne yapıyor biliyor musunuz?
Başını kaldırıyor.
Gökyüzüne bakıyor, yanındaki insana bakıyor,
derin bir nefes alıyor ve gülümsüyor.
Çünkü dünya hâlâ orada.
Gerçek insanlar, gerçek dertler, gerçek neşeler hâlâ orada.
Bu sadece bir video değil dostlar;
bu aslında hepimiz için bir "Kendine Gel" çağrısıdır.
Çünkü artık hepimiz birer "ekran insanı" olduk.
Başımız önde, boynumuz bükük,
parmaklarımız sürekli o camın üzerinde kayıp duruyor.
Hani bazen "Abartıyorsun başkanım" diyorsunuz ya...
Gelin rakamlara bakalım,
abartı mı yoksa felaket mi beraber karar verelim.
Verilerle konuşalım;
Günde ortalama 7 saatimiz o küçücük kutunun içinde geçiyor.
Uyanık olduğumuz vaktin yarısı çöp!
Günde 96 kere o kilidi açıyoruz.
Yani her 10 dakikada bir, elimiz o cebe gidiyor.
"Acaba kim ne demiş, kim ne giymiş, nerede ne olmuş?"
diye o sanal alemin kuyusuna dalıyoruz.
Dikkatimiz Balıklardan Az…
Eskiden sohbetler saatlerce sürerdi, kimse sıkılmazdı.
Şimdi?
Bilim insanları ölçmüş biçmiş;
dikkat süremiz 8 saniyeye kadar düşmüş.
Bir Japon balığının hafızasından bile kısa...
Gençlerimize bakıyoruz;
karşılıklı oturup iki kelam etmek yerine mesajlaşmayı seçiyorlar.
Yüz yüze bakmak ağır geliyor, göz teması kurmak zor geliyor.
Bu sadece bir alışkanlık değişimi değil;
bu, insanlığımızdan, muhabbetimizden
bir şeyler kaybetmektir.
Aynı sofrada ama ayrı dünyalardayız.
Bir gün yolunuz düşerse,
herhangi bir kafeye ya da restorana şöyle bir girip bakın...
Anne, baba, çocuklar aynı masada.
Bedenler yan yana ama ruhlar fersah fersah uzaklarda…
Masada buz gibi bir sessizlik var.
Dışarıdan baksanız; sanki büyük bir dertleri var,
sanki hüzünlü bir yas tutuyorlar zannedersiniz.
Herkesin boynu bükük, herkesin başı öne eğik...
Oysa ellerinde sadece o soğuk telefonlar var.
Biz ki; "Başımız Allah'tan gayrısına eğilmez"
diyen o izzetli neslin evlatları değil miydik?
Ne zaman unuttuk bu şerefli duruşu?
Şimdi bakıyorum da;
7'den 70'e herkes başını o ışıklı ekranlara gömmüş,
sanal bir dünyanın önünde diz çökmüş durumda.
Yaradan'a kullukta eğilmeyen o başlar,
ne acıdır ki avuç içi kadar telefonların önünde
saatlerce "secde eder" gibi eğiliyor artık.
Teknolojiye kölelikte yerlere kadar eğilen bu başlar, bize yakışmıyor.
Sahi, ne oldu bize?
Ne ara bu kadar acizleştik?
Ne ara birbirimizin yüzüne bakmayı unutup ekranlara daldık?
Gelin, silkelenip kendimize gelelim.
Kaldıralım o başımızı ekranlardan.
Önce yanı başımızdaki sevdiklerimizin yüzüne,
sonra da gökyüzüne bakalım.
Bize yakışan o izzetli duruşa geri dönelim.
Çayımız soğuyor, en önemlisi aramızdaki muhabbet soğuyor dostlar.
Yanımızdakine "nasılsın" demek yerine, hiç tanımadığımız birinin sahte mutluluğunu izliyoruz.
Buna "iletişim çağı" diyorlar ama
biz buna düpedüz "yalnızlık" diyoruz….
Neyi Kaçırıyoruz?
O parmakların ekranı kaydırırken
neleri ıskaladığını hiç düşündünüz mü?
Çocuğunuzun size bakıp gülümseyişini kaçırıyorsunuz.
Eşinizin gözündeki o ince hüznü kaçırıyorsunuz.
Dışarıda esen rüzgarı, yağan yağmuru kaçırıyorsunuz.
Sırf başkalarının hayatını izlemek uğruna,
kendi hayatınızı heba ediyorsunuz.
Çözüm: O Silahı Yere Bırakmak
Gelin, bugün bir delilik yapalım.
Radikal bir karar alalım.
O telefonu yavaşça sehpanın üzerine bırakalım.
Korkmayın, dünya bensiz dönmez sanmayın; döner.
Başta eliniz titreyecek, canınız sıkılacak,
eliniz boşluğa gidecek.
Ama sabredin.
Bir saat, bir akşam, bir hafta sonu...
O ekrandan başınızı kaldırdığınızda göreceksiniz ki;
• Daha çok duyacaksınız.
• Daha çok anlayacaksınız.
• Daha çok hissedeceksiniz.
Hayat o piksellerin, o ışıkların içinde değil;
Hayat, tam karşınızda duran evladınızın gözlerinin içindedir.
Sadece bakmayı unuttuk, hatırlayalım.
Bu yazıyı okuduktan sonra bir şey deneyin:
Telefonu bırakın, başınızı kaldırın ve
yanınızdakine "Seni seviyorum" deyin.
Emin olun, alacağınız hiçbir "beğeni", o anın yerini tutamaz.
Kalın sağlıcakla.
Yorumlar
Kalan Karakter: