Bugün, karmaşık tıbbi terimleri ya da süslü cümleleri bir kenara bırakalım. Şöyle birbirimizin yüzüne bakıp açık konuşalım.
Konumuz bağımlılık.
Ama bu, sadece hastane raporlarında ya da dosya numaralarında geçen bir şey değil. Bağımlılık; komşunun oğlu, iş arkadaşının kızı, belki de senin kendi çocuğun...
Konu; insana ait en değerli şeyin, özgür iradenin, elden kayıp gitmesi.
Kâğıt üstünde okuduğumuz rakamlar hep uzak gelir.
Binler, milyonlar havada uçuşuyor...
Ama aslında her bir sayı; nefes alan, hayal kuran, bir annenin saçını okşadığı gerçek bir insan.
Durumun ne kadar ağır olduğunu anlamak istiyorsan, uzmanların önümüze koyduğu tabloya bakmak yeterli.
Birleşmiş Milletler raporlarına göre, Dünyada 296 milyon insan bağımlılıkla mücadele ediyor.
Dile kolay; neredeyse bir kıta dolusu insan bu karanlıkta kaybolmuş.
Sadece sigara yüzünden her yıl 6 milyon kişi aramızdan sessizce ayrılıyor.
Peki ya biz? Mahallemiz, ülkemiz?
Orada konu daha da yakıcı.
Uzmanlar uyarıyor; madde kullanımı yaşı 15’in altına inmiş durumda. Yani artık tehlike sadece sokakta, kapı arkasında değil; çocuklarımızın odasında, yastığının altında.
Türkiye’de yaklaşık 500 bin kişi madde bağımlısı.
Bu sayıyı sadece bir veri gibi görmeyin lütfen.
Bu; 500 bin annenin geceleri uykusuz kalması, 500 bin babanın çaresizliği, 500 bin evin ocağına düşen ateş demek.
Bizde, toplumda, hâlâ acımasız bir önyargı var.
Bağımlı birini görünce hemen “iradesiz”, “keyfine düşkün” ya da doğrudan “suçlu” damgası vuruluyor.
Ama hem bilim hem vicdan başka bir şey söylüyor.
Dünyaca tanınmış bağımlılık uzmanı Gabor Maté, işin özünü şöyle anlatıyor:
“Karşındaki kişiye ‘Neden bağımlı oldun?’ diye sorma. Asıl soru şu: ‘Neden acı çekiyorsun?’”
Bu, sadece güzel bir söz değil; araştırmalar da bunu destekliyor.
Çocukken ağır travma yaşayan, ihmal edilen birinin maddeye yönelme riski, diğerlerine göre 7-10 kat fazla.
Yani o çocuk, o maddeyi keyif için değil; ruhundaki acıyı dindirmek, o karanlıktan biraz olsun kaçmak için kullanıyor.
Bağımlılık, bir ahlak meselesi değil; acıdan kaçmanın yoludur.
Bu Bir İrade Meselesi Değil, Beyin Hastalığıdır.
Bir de işin biyolojik tarafı var.
Amerikan Ulusal Uyuşturucu Bağımlılığı Enstitüsü Direktörü Dr. Nora Volkow, yıllarca yaptığı beyin araştırmalarıyla şunu açıkça gösterdi:
Bağımlılık, beynin yapısını ve işleyişini bozan kronik bir hastalıktır.
Rakamlar da bunu söylüyor. Tıpta kronik hastalıklarda tedavi sonrası hastalığın tekrar başlama oranlarına bakalım:
- Tip 1 Diyabet: %30-50
- Hipertansiyon: %50-70
- Madde Bağımlılığı: %40-60
Peki, bu ne demek?
Diyabet hastasının şekeri yükseldiğinde ona “iradesizsin” demiyorsak, beyninin karar mekanizması bozulmuş bir gence de kızamayız.
Uzun süreli madde kullanımı, beynin ön lobundaki irade merkezini devre dışı bırakıyor.
Yani artık “istediği an bırakır” özgürlüğü kalmıyor; beyni maddenin esiri olmuş.
Hepimizin Sorumluluğu: Sadece Yaşamak Değil, Yaşatmak
Bu mesele, “ailenin kendi derdi” deyip geçilecek bir şey değil. Bir annenin, bir babanın tek başına taşıyacağı bir yük hiç değil.
Bu, tam anlamıyla bir insan hakları meselesi.
Bir insanın en temel hakkı, yaşama hakkıdır.
Genç birini, uyuşturucu tacirlerinin ya da sosyal medya algoritmalarının eline bırakmak; sadece bugününe değil, geleceğine, hayallerine ve yaşama hakkına ihanet etmek anlamına geliyor.
Çözüm ortada aslında.
Devletle, sivil toplumla ve en önemlisi “bana ne” demeyen insanlarla, hep birlikte mücadele.
Sadece ceza kesmek ya da hastanede çözüm aramak yetmiyor.
Uzmanlar defalarca söylüyor: Yangını başlamadan söndürmek, kül olmuş bir hayatı onarmaktan hem daha insani hem de daha mümkündür.
Gençleri spora, sanata, bilime yönlendirmek; onların ruhundaki boşluğu maddeyle değil, anlamla doldurmak gerekiyor.
Çünkü bir genç, kendini değersiz, fazlalık ya da görünmez hissettiğinde o karanlık yola sapıyor.
Onlara vereceğimiz en büyük ilaç reçetelerde yazanlar değil; gözlerinin içine bakıp, “Sen bizim için önemlisin, senin bu hayatta bir yerin var” diyebilmekte yazılı.
El Uzatmak Bir Lütuf Değil, İnsanlık Borcudur.
Bağımlılık, insanın kendi hayatının kontrolünü kaybetmesi aslında. Bizim işimiz de o kontrolü tekrar ellerine alabilmeleri için yanlarında durmak.
Unutmayalım, bağımlılıktan kurtardığımız her insan sadece bir sayı değil.
O; uçurumun kenarından dönmüş bir hayat, ailesine kavuşmuş bir evlat, yeniden umut bulmuş bir gelecek demek.
Düşünsene, mahallenin bir köşesinde yangın çıkmış, “Bana zararı yok” diyerek pencereyi kapatmak çözüm mü? O ateş bir gün herkesi yakar.
O yüzden, bugün 10 Aralık vesilesiyle bu sessiz çığlığı duymak gerekiyor.
Yargılamadan, etiket yapıştırmadan, suçlamadan önce anlamaya çalışalım. Çünkü iyileşmek, ancak birbirimizi anladığımızda başlıyor. Düşenin “bizden biri” olduğunu kabul edip el uzattığımızda, iyileşmenin önü açılıyor.
Çocuklarımıza bırakacağımız en değerli miras, banka hesapları ya da tapular değil.
Onlara “hayır” diyebilmeyi, zorluklarla başa çıkmayı ve her şeye rağmen yaşama sevincini aşılamak asıl önemli olan.

Yorumlar
Kalan Karakter: