"Mış Gibi" Yaşayanlar Çağında Yüreği Yananlar
Çağımızın en büyük hastalığı, ruhumuzu kemiren bağımlılık ve en hayati bağımızı koparan empati kuramama hali. Her ikisi de insanı özünden uzaklaştırıp, "insanlık" sıfatını sorgulatıyor. Zira bir canlıyı insan yapan temel cevher; merhamet, vicdan ve vefadır. İnsanlık, başkasının taşımakta zorlandığı yükün ucundan tutabilmekten geçer. Onun yaşadığını umursamayıp, üstüne bir de yük olmak ise, insan işi değildir.
Toplum, ne yazık ki tehlikeli bir gösteriye, bir "zobilik" haline doğru sürükleniyor. Herkesin yüzünde bir "iyilik maskesi"... En şerefsizler şerefli, namussuzlar namuslu, vicdansızlar vicdanlı görünüyor. Mahrum oldukları ne varsa, en iyisi o rolü oynuyorlar. En acısı da, bu sahteliğin toplumda karşılık bulduğunu bilmeleri.
Çaresizlik ve Yanan Yürekler
Bu ağır tablo, bizi en savunmasız anlarımızda yakalıyor. Engelliler Haftası'ndayız ve hepimiz bir engelli adayıyız; yarınımızın ne olacağını bilmiyoruz. Tıpkı şu an annesinin hayatının bir makineye bağlı olması ve elektriğin kesilmesi anında yaşadığı dehşetle boğuşan, %85 hayati tehlikeyle yaşayan ve şimdi bir engelli sınıfına giren evladı gibi.
Engelliler Haftası için bir şeyler yazmaya çalışıp, yaşadıklarını hatırlayıp gözyaşını silmek... Çaresizlik neden ağlatır? Güçlü kadın, elinden bir şey gelmediğinde kendini zorlar. Onu ağlatan, aslında çözümsüzlük değil, çözüm bulamama hali.
Gazze'den Engelli Çocuklara: Empati Köprüsü
Bu yoğun acı ve çaresizlik hissi, beni Gazze çocukları için yaptığım etkinliğe götürdü. O gün sahneye koşan, uzuvları eksik, yüreği yaralı çocuklara sarıldığım anlar... Kolu olmayan, kulağı eksik, ayaklarını saklayan; tek ayağıyla koşarken düşüp yaralı bacağı kanayan çocukların acısı, yüreğime hançerler gibi saplandı. Gözümden inen yaşları yutkuna yutkuna durdurmaya çalıştım; modum düşmemeliydi.
Ardından gelen engelli Türk çocuklarının neşesi... Onlar eğlenirken, kaynaşırken beden ve zihin engelleri görünmez oldu. Oyunlar oynadılar, palyaçoyla güldüler. O gün salonda öyle bir duygu komasına girdim ki, sırtımdaki kemiklerin çıtırtısını duydum. Program sonunda acilen hastaneye kaldırıldım.
İnsanlık: Mış Gibi Yapmak Değil, Hissetmektir
Biliyorum, bendeki merhamet fazlalığı hayatımızı etkiliyor. Ama işte tam da bu samimiyet, dört saat boyunca sahneyi terk etmeden ayakta durmam, duygusallığı salona yaşatıp insanları ağlatarak izletmemin sebebiydi. Çıkışta duyduğum tek söz: "Bu kadar farkındalık, empati ve vefa yüklü bir program izlemedik."
Farkındalığın altında samimiyet yatarsa, büyüsü katılımcıya geçer. Yoksa sahneye "oynayan" programlar sadece eğlence olarak kalır. Bir insanın sevincine ve hüznüne ortak olamıyorsanız, insanlığınızı sorgulamak zorundasınız.
En kötü insan modeli, "mış gibi" görünüp alkışları ve takdirleri toplayan egoist insanlardır. Onlar hissetmez, acıyı anlamaz. Kalpleri katılaşmıştır.
Bu etkinlikle asıl anlatmak istediğim şuydu: Engelli Türk çocukları ile savaşta uzuvlarını kaybeden Gazze çocuklarını buluşturup, birbirlerini anlamalarını sağlamak ve topluma şu soruyu sormak: "Sizin engeliniz nerede?"
Her bir programım; eğitim şehitlerinden vefaya, aile mefhumunun öneminden milli değerlere kadar hep farkındalık oluşturmak ve gönülleri titretebilmek içindi. Hepsi yürekten, hepsi samimi, hepsi vatan ve millet kokuyordu.
Protokolle fotoğraf çektirmek, plaket toplamak, podyum ışığı için her şeyi mübah saymak gibi bir eylemim hiç olmadı. Sadece, Gazze için yapılan ve derince iz bırakan bir anı olduğu için tek bir plaketi kabul ettim.
İşim bittiğinde hastanelik olsam da, bu bile anlaşılmasa da... Allah rızasını gözettiğim ve huzurun zirvesine çıktığım anlardır bunlar. Hamdolsun.
Unutmayalım: İnsanlık, başkasının acısını anlamaktan, onun yüküne omuz vermekten geçer. Gönülleri titreten samimiyet, en büyük vefadır.
Yorumlar
Kalan Karakter: