Son dönemde neredeyse her gün bir gıda zehirlenmesi haberiyle karşı karşıya kalıyoruz. Sosyal medyaya yansıyan görüntüler ise durumun ciddiyetini daha da ortaya koyuyor. Bazı işletmelerin hijyen konusundaki duyarsızlığı, hem pes dedirtiyor hem de hepimizin sağlığını tehlikeye atıyor. Oysa gıda güvenliği, sadece işletmelerin değil, toplumun tamamının sorumluluğunda olan hayati bir konu.
Zaten tükettiğimiz sebze, meyve ve bakliyatların büyük bir kısmı GDO, hormon ve zirai ilaç baskısı altındayken; bir de insanların kısa vadeli kazanç uğruna bu kadar önemli bir konuda vicdansızca davranması anlaşılır gibi değil. Gıda üretimi, ticaretin basit bir kolu değil; insan sağlığının merkezinde duran bir emanet. Bu emaneti korumak yerine tehlikeye atan her davranış, toplum sağlığına yapılmış bir saldırıdır.
Burada en büyük görevlerden biri de tüketicilere düşüyor.
Mutfaklarını görmediğimiz yerlerde yemek yememeyi tercih etmek, hijyen açısından sorun gördüğümüz işletmeleri şikâyet etmek, denetim mekanizmasını harekete geçiren en büyük güçlerden biridir. Sessiz kalmak, problemin bir parçası olmak demektir.
Aynı zamanda yetkililere de büyük sorumluluk düşüyor. Gıda işletmelerinin daha sıkı, daha etkin ve daha şeffaf şekilde denetlenmesi artık kaçınılmaz bir gereklilik. Çünkü sağlığımız, ihmalin ya da “olur o kadar” anlayışının konusu olamaz.
Market reyonlarında sebzelerin arasında dolaşan kediler, depo ve arka alanlarda görülen fareler ve sineklerin üzerinde konup kalktığı sebze ve meyveler… Bu görüntüler aslında sistemin ne kadar zayıfladığını gösteriyor. Tüketici olarak her gün aynı soruyu soruyoruz: “Daha ne kadar dayanmamız bekleniyor?”
Artık “yeter” demek, sorumluluk almak ve bilinçli bir tüketici olmak zorundayız. Gıda güvenliği bir lüks değil, temel bir insan hakkıdır. Hep birlikte ses çıkardığımızda hem işletmelerin hem de yetkililerin bu konuda gerekli adımları atacağını unutmamalıyız.
Unutmayalım en büyük zenginlik sağlıktır .
Nesrin Süheyla Alper
Yorumlar
Kalan Karakter: