Bir günün sonunda telefonumuzun ekranını kapatırken içimizde hafif bir ağırlık kalıyor ya… İşte o duygu, doktorların “yalnızlık günde 15 sigara içmek kadar zararlıdır” diye anlattığı o fiziksel sızı belki de. Ama biz ona çoğu zaman “yorgunluk”, “keyifsizlik”, “boşluk” diyoruz. Çünkü asıl sebebi kabul etmek zor geliyor: Bu kadar “bağlı” görünürken aslında kimseye gerçek anlamda bağlı olmadığımız gerçeği.
Sosyal medya bize büyük bir yanılsama sunuyor:
Kalabalık bir meydandaymışız gibi hissettiren, aynı anda yüzlerce insanla iletişim kurabileceğimizi düşündüren bir dünya…
Paylaşıyoruz, beğeniyoruz, yorum yazıyoruz.
Yani görünüşe bakılırsa tarihte hiç olmadığımız kadar “sosyal”iz.
Ama işin aslı şu ki: Bu sosyallik gerçekten bize iyi geliyor mu?
Bir bildirim sesiyle yüzümüz gülümseyebiliyor ama en son ne zaman bir insanın yüzüne bakarak konuştuğumuzu hatırlıyor muyuz?
Bir fotoğrafımız beğeni yağmuruna tutulduğunda içimiz kıpır kıpır oluyor ama gerçekten derdimizi anlatabileceğimiz biri var mı?
Hikâyelerde, fotoğraflarda hep gülerken görünüyoruz ama en son bir dostla aynı masada kahkaha attığımız günü hatırlıyor muyuz?
Sosyal medya tam da bu eksikliği ustalıkla kapatıyor.
Eksildikçe daha çok ekranı kaydırıyoruz.
Yalnız hissettikçe daha çok paylaşıyoruz.
Konuşacak kimsemiz olmadıkça bir şeyler yazıyor, bir şeyler gönderiyoruz.
Bir çeşit görünmez destek…
Tıpkı sigara gibi:
Elimizden düşürmediğimiz bir alışkanlık.
Stresi aldığını sanıyoruz ama içimizde bıraktığı boşluğu fark etmiyoruz.
Ekranın ışığı bazen sıcak geliyor, evet.
Ama bu sıcaklık insan sıcaklığı değil.
O ışık bizi ısıtmıyor; sadece parlaklığıyla gözümüzü alıp gerçeği gizliyor.
Belki de en acı olanı şu:
Bir zamanlar yalnız hissettiğimizde bir kapıyı çalar, bir arkadaşa giderdik.
Şimdi yalnız hissettiğimizde parmağımızla ekranı aşağı doğru kaydırıyoruz.
Ve bu kaydırış sırasında fark etmeden o görünmez 15 sigarayı birer birer yakıyoruz.
Peki çözüm ne?
Sosyal medyayı tümden bırakmak mı?
Hayır.
Hayatın önemli bir bölümü artık bu dijital sokaklarda akıyor.
Ama en azından kendimize küçük bir soru sorabiliriz:
“Bugün gerçek anlamda kiminle konuştum?”
Bir yüz gördüm mü?
Bir kahkaha duydum mu?
Birine dokunabildim mi?
Bir omza yaslandım mı?
Bu soruların hiçbirine “evet” diyemiyorsak, ekranın ışığında tükenen o görünmez sigaraları çoktan sayamaz hâle gelmişiz demektir.
Belki bugün küçücük bir adım atarız:
Bir arkadaşı ararız.
Bir kahveye çıkarız.
Bir selam veririz.
Bir insanın gözünde kendimizi görürüz.
Çünkü bizi gerçekten iyileştiren şey ekran değil;
insanın insana dokunduğu o küçük, sıradan ama mucizevi anlar.
Ve işte o anlarda dünyanın tüm görünmez sigaraları kendiliğinden sönüp gider.
Yorumlar
Kalan Karakter: