Son yıllarda dilimize pelesenk olan "güçlü kadın" söylemi, görünürde bir övgü gibi dursa da, aslında omuzlarımıza binen sonsuz bir sorumluluk yükünün örtülü adı haline geldi. Kadınlar olarak, "Biz güçlüyüz" dedikçe, erken kalkmaktan fatura ödemeye, tamirattan çocuk bakımına kadar uzanan bir Herkül görevini sessizce üstlenmeye itiliyoruz. Toplum, eş ve hatta kişinin kendi iradesiyle örülen bu yük, pek çok kadını görünmez bir yalnızlığa sürüklüyor.
"Ben Yaparım" Duvarının Ardındaki Yorgunluk
Bu ağır yükün en keskin bıçağı, zihnimize kazınan o tehlikeli düstur: "Ben kendim yaparım, kimseye minnet etmem." Bu gururlu duruş, kadını etrafına aşılmaz bir duvar örmeye zorluyor. Oysa bu duvar, bizi başkalarının yardımından korumak yerine, üzerimizdeki yükü katlayarak artırıyor. "Minnet etmeme" çabası, beraberinde manevi bir yorgunluğu ve yalnızlığı getiriyor.
Sorumlulukları bir kısmını eşe, aileye ve en önemlisi Allah'a bırakmamak, bizi "Sen mi güçlüsün, Ben mi?" sorusunda saklı olan ilahi mesajı göz ardı etmeye itiyor. Gücün sınırını ve kaynağını sorgulamadan her şeye talip olmak, bizi ruhen tüketiyor.
Naifliğin Kaybı ve Yanlış Anlaşılan Eşitlik
"Güçlü kadın" olma adına, ne yazık ki kadınlığın en kadim ve güzel vasıflarını; merhameti, naifliği ve kibarlığı kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyayız. Gerçek kadın gücü bedende değil, onurda, vicdanda ve hanımefendilikte saklıyken, bu söylemin peşinden gidenler, kaba, küfreden ve hatta şiddete eğilimli davranışları "güç" sanmaya başlıyor.
Buradaki en büyük yanılgı, eşitlik kavramının yanlış anlaşılması. Kadın ve erkek güce göre değil; akla, hakka ve insanlığa göre eşittir. Ancak merhamet gibi ruhsal vasıflarda kadın ruhunun kendine has, öncelikli bir derinliği ve farklılığı vardır. Bu farkı yadsımak ve geleneksel ahlak, din, kültür yapısından uzaklaşmak, evlilik ve doğum oranlarının düşmesine, boşanmaların ve yasak ilişkilerin artmasına yol açan toplumsal bir çözülmeye işaret ediyor.
Hastane Köşesindeki Acı Gerçek
Hayatın en zor anlarında, bir hastane köşesinde çaresiz kaldığımızda, o coşkulu "güçlü kadın" naraları atan derneklerin, çevrelerin yanımızda olmadığını acı bir şekilde idrak ederiz. İşte bu acziyet anları, gücün tek kaynağının Allah olduğunu, manevi tevekkülden yoksun dünyevi gücün bir illüzyondan ibaret olduğunu bize gösterir.
Ne kadar fedakârlık yaparsak yapalım, yükümüzü indirip yorgunluğumuzu dile getirdiğimizde ortaya çıkan nankörlük ve manipülasyon, yorgunluğumuzu ikiye katlar. Emeği taşıyanın değil, parmağını bile oynatmayanın ödüllendirildiği, ardından da asıl yükü taşıyanın suçlu ilan edildiği bu döngü, bizi derinden yaralar.
Gerçek Gücün İdrakı: Reddetmek Değil, Paylaşmak
Bu büyük uyanış, bize gerçek gücün tanımını yeniden yapmanın zorunluluğunu idrak ettiriyor. Gerçek güç, her şeyi tek başına yapabilmek değil, sorumlulukları sağlıklı bir şekilde paylaştırabilmek ve kişinin kendi sınırlarını kabul edebilmesidir.
Sorumluluğu Paylaşmak: Sorumluluk, omuzlara yüklenen bir ağırlık olmaktan çıkıp, aile içinde ve toplumda görev dağılımı haline gelmelidir. "Ben yaparım" yerine, "Bunu [eş/baba/çocuk] yapabilir, ben de onlara güvenirim" demek, kadının gücünü azaltmaz; aksine, yönetim ve koordine gücünü artırır.
Sınır Çizme Sanatı (Hayır Diyebilmek): "Ben bir kadınım, bu kadar ağırlığı taşıyamam," diyebilmek, acizlik değil; insanın fıtratını ve sınırlarını bilerek kendine merhamet edebilme gücüdür. Bu, aynı zamanda Allah'ın bizlere yüklediği güce riayet etmektir: "La yukallifullah nafsan illa wus'aha" (Allah hiçbir nefse gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez).
Gücün Kaynağını Hatırlamak: En büyük güç, acizlik anlarında bile sığınılabilen manevi destek ve Allah'a olan tevekküldedir. Bu, dünyevi yükler karşısında ruhen dinlenmeyi, dinginliği ve gerçek huzuru bulmayı sağlar.
Bu sadece benim hikâyem değil, yük altında ezilen pek çok kadının sessiz çığlığıdır. Sözde "güçlü" olmanın gölgesinde tükenen her kadının büyük uyanışı bu idrakten geçiyor.
Yorumlar
Kalan Karakter: