Kimse sabah uyanıp, “Bugün bağımlı olayım, hayatımı bir çıkmaza sokayım” diyerek başlamaz güne... Hiç kimse, bile isteye özgürlüğünü bir maddeye, ruhsuz bir ekrana veya sonu gelmez bir alışkanlığa teslim etmek için yola çıkmaz. Ama hayat bu; bir bakıyoruz ki o görünmez kelepçeler bileklere çoktan takılmış, anahtarı ise kayıp.
Bağımlılık… Kimi zaman efkarlı bir sigara dumanında, kimi zaman bir ekranın hipnotize eden mavi ışığında, kimi zaman da tıka basa dolu bir alışveriş torbasının dibinde gizleniyor. Hepimizin hayatına bir şekilde dokunuyor ama çoğu zaman sessizce, sinsi bir misafir gibi başköşeye kuruluyor. Toplum olarak bu davetsiz misafiri görmezden geliyor, öteliyor, sanki "başkalarının meselesiymiş" gibi davranıyoruz. Oysa bu mesele, istisnasız herkesi ilgilendiren, toplumun kılcal damarlarına sızmış çok katmanlı bir gerçekliktir. Ve bu gerçeklik, aslında içimizde yankılanan bir çığlıktır: Sessiz ama derin.
Serkan’ın Sigarasından Kaan’ın Tabletine...
Hiç unutmam, lise yıllarımda bir arkadaşım vardı; Serkan. Teneffüs zili çaldı mı, soluğu okulun arka bahçesinde alır, kuytu bir köşede gizlice sigarasını yakardı. O yaşın verdiği toylukla sorsak, sebebi belliydi: "Havalı" görünmek. Yıllar geçti, okul bitti, hayat gailesi omuzlara bindi. Geçenlerde bir kafede rastlaştık. Baktım, elinde yine aynı sigara. Ama bu kez bahanesi değişmiş; artık havalı olmak için değil, "stres atmak için" içtiğini söylüyor. Serkan’ın bu hali bana şunu gösterdi: Bağımlılık sadece kılıf değiştiriyor, ama o sinsi özü hep aynı kalıyor.
Sadece bizim nesil mi? Keşke öyle olsa... Komşumuzun küçük oğlu Kaan’a bakıyorum bazen. Daha 8 yaşında ama elinden tabletini almaya kalkın, sanki dünyasını elinden alıyorsunuz. O bildirim sesi duyulduğunda gözlerinde beliren o parıltı, beni korkutuyor. Parkta koşup dizini kanatması gereken yaşta, sanal dünyada seviye atlamaya çalışıyor. Annesi babası da çaresiz, "Ne yapsak olmuyor, susturmanın tek yolu bu" diyorlar. Yani anlayacağınız; tehlike şekil değiştirse de, kurbanlarını seçmeye çocuk yaşta başlıyor.
Bağımlılık Sadece "Madde" Değildir
Toplumda "bağımlılık" denince akla hemen o korkutucu üçlü gelir: Alkol, sigara ya da uyuşturucu. Oysa bağımlılık sadece maddeyle sınırlı değildir; ruhun doyurulmamış her açlığı bir bağımlılık potansiyelidir.
Alışveriş bağımlılığı, yemek bağımlılığı, ekran bağımlılığı ve belki de çağımızın en büyük vebası: Onaylanma bağımlılığı. Elinizi vicdanınıza koyun ve düşünün; kaçımız sosyal medyada bir fotoğraf paylaştıktan sonra "Kaç beğeni aldı?", "Kim ne yorum yaptı?" diye defalarca o ekranı kontrol etmiyoruz?
Bir arkadaşım, her sabah uyanır uyanmaz, daha yüzünü bile yıkamadan Instagram’a giriyor. "Günün nasıl geçeceğini oradaki ilk gönderi, ilk etkileşim belirliyor" diyor. Bu cümle beni ürkütüyor. Çünkü bağımlılık bazen damara giren bir şırınga değil, zihne ve kalbe giren bir "beğeni" butonu oluyor.
Yargılamak Kolay, Peki Ya Anlamak?
Bağımlı bir bireyle karşılaştığımızda refleks olarak yargılamaya meyilliyiz. "İradesiz", "kendi düşen ağlamaz", "bırakmak istese bırakırdı" gibi etiketleri yapıştırmak ne kadar da kolay... Konfor alanımızdan ahkam kesmek bedava. Ama unutmayın, kimse o sabah uyanıp bağımlı olmayı seçmedi.
Çoğu zaman bir boşluğu doldurmak, derin bir acıyı bastırmak, katlanılmaz bir yalnızlığı örtmek için başlar her şey. Bir rehabilitasyon merkezinde gönüllü olarak çalışırken tanıdığım Ayşe Abla’nın sözleri hâlâ kulaklarımda, mıh gibi çakılıdır. Gözlerimin içine bakıp, tüm savunmasızlığıyla şöyle demişti: "Ben sadece sevilmek istedim."
O an anladım ki; bağımlılık bazen sadece bir yardım çağrısıdır. "Beni görün, beni duyun, ben buradayım ve canım yanıyor" demenin en sessiz halidir.
Çözüm: Dinlemek ve Empati
Peki, bu karanlık tünelin çıkışı nerede? Çözüm; yargılamadan dinlemekte ve yürekten gelen bir empatiyle yaklaşmakta yatıyor. Karşımızdakini sadece kulaklarımızla "duymak" yetmez; onun hissettiği boşluğu, korkuyu ve yalnızlığı kendi yüreğimizde hissetmemiz gerekir.
Bağımlılıkla mücadele, sadece o bireyin omuzlarına yüklenecek bir yük değildir; bu, toplumun ortak sınavıdır. Ailelerin, öğretmenlerin, dostların, hatta komşuların sorumluluğudur. Çünkü bağımlılık bir kişinin değil, bir çevrenin, bir iklimin hikâyesidir.
Elbette profesyonel destek, tıbbi tedavi ve rehabilitasyon şart. Ancak reçetelerin yazmadığı, eczanelerde satılmayan en güçlü ilaç, insani değerlerimizde saklı: Empati. Birbirimize uzattığımız samimi bir el, o görünmez zincirleri kıracak ilk ve en güçlü darbe olabilir.
Sözün özü; bağımlılık "onların" değil, "bizim" meselemiz. Gelin, kimsenin sabahları "bağımlı" olarak uyanmadığı bir dünya için, önce önyargılarımızdan kurtulalım. Belki o zaman birbirimize bağımlılık değil; şifa, umut ve dayanışma bulaştırabiliriz.
Saygı ve selam ile…
Ömer KARATAŞ
Kocaeli Bağımlılıkla Mücadele ve Rehabilitasyon Derneği
Yönetim Kurulu Başkanı
Yorumlar
Kalan Karakter: