Bizim Unuttuğumuz Hakikat
Tarih, kimi zaman bir milletin hafızasını yoklayan keskin sorular sorar.
Bunlardan biri de şudur:
“Eğer Cengiz Han Müslüman olsaydı, Orta Asya’nın kaderi başka türlü yazılır mıydı?”
Bu sorunun cevabı, sadece bir ihtimal tartışması değildir. Aynı zamanda Türk’ün binlerce yıllık inanç ufkunu, tevhid anlayışını ve Tanrı’ya bağlılığını anlamak için güçlü bir anahtardır.
Rivayet edilir ki; bir grup Arap, Cengiz Han’ı İslam’a davet etmek için huzuruna çıkar. Cengiz Han sorar:
— “İslâm nedir?”
Araplar cevap verir:
— “Yüce Peygamberimiz Muhammed Mustafa aracılığıyla bütün insanlığa tebliğ edilen dindir.”
Cengiz Han tekrar sorar:
— “Peygamber kimdir?”
Aldığı yanıt şudur:
— “Yaratıcının yeryüzündeki temsilcisi…”
Cengiz Han, sakin ama gururlu bir edayla şu sözleri söyler:
— “Ben de Tengri’nin temsilcisiyim. Peki bize bir kitap indirildi mi?”
Araplar Kur’an’dan bahseder. Bunun üzerine Cengiz Han, İhlâs Suresi’ni okumalarını ister.
Sure çevrilir:
“Allah birdir. Her şey O’na muhtaçtır. O doğurmamış ve doğrulmamıştır. Hiçbir şey O’na denk değildir.”
Cengiz Han’ın yüzünde hafif bir tebessüm belirir:
— “Siz bunları yeni mi öğrendiniz? Biz bin yıldır bilir ve uygularız. Buyurun gidebilirsiniz.”
Bu diyalogdan sonra bir caminin önüne gelir. Atını hocaya tutturur ve sorar:
— “Bu ev kimin evi?”
— “Allah’ın evi.”
Cengiz Han’ın rengi değişir:
— “Siz putperestler! Allah’ın evi kalbinizdir. Kalplerinizi boşaltıp O’nu taş binalara hapsetmişsiniz. O’na koca koca evler yapmış, kalplerinizi ise pisliklerle doldurmuşsunuz. Sizi atımın ayakları altında ezerdim fakat buna bile değmezsiniz.”
Bu sözler, bugün hâlâ yüzümüze tokat gibi çarpıyor. Çünkü hakikat özde saklıdır; taşta, çelikte, kubbede değil. İnsan kalbinin temizliğinde, davranışın doğallığında, yaradılışın fıtratında…
Cengiz Han, ardından eski Türk yazıtlarından örnek verir:
Kuzu annesini emiyorsa bu saygıdır.
Karga yaşlı annesini besliyorsa bu saygıdır.
Horoz şafakta ötüyorsa görevdir.
Yaban kazları mevsim geldiğinde göç ediyorsa bu söz tutmaktır.
Eşini kaybeden yaban kazı yeniden eş bulmuyorsa bu sadakattir.
Ve ekler:
“Doğa, fıtrat ve düzen… Bizim dinimiz binlerce yıldır budur.”
Tüm bu anlatıda bir hakikat parlıyor:
Türk, inançla kavga etmez.
Türk, hakikati arar.
Türk, Tanrı’yı da kutsalı da şekillere, gösterişe ve kalıplara hapsetmez.
Bugün ise birçok Müslüman, Cengiz Han’ın cami önünde söylediği o çarpıcı cümleyle yüzleşmek zorundadır:
“Allah’ın evi kalbinizdir.”
Kalpler kirli olduktan sonra, koca minareler ne işe yarar?
Ahlak çöktükten sonra, binlerce cami kime ne kazandırır?
Türk’ün töresi, Kur’an’ın özüyle çatışmaz.
Bilakis örtüşür:
Tevhid, adalet, sadakat, söz, merhamet…
Bunlar hem Orhun’da hem Furkan’da vardır.
Bugün mesele şudur:
Biz hangisini yaşatıyoruz?
Hangisini gerçekten biliyoruz?
Ve hangisini sadece dillerimizde dolaştırıyoruz?
Tarihin her döneminde olduğu gibi şimdi de asıl mesele, hakikati hatırlamak ve kalbi temizlemektir.
Strateji Uzmanı
Gazeteci Yazar
Gökalp Şentürk
Yorumlar
Kalan Karakter: