Şiir…
Kimi zaman bir sessizlik kadar derin, kimi zaman bir meydan kadar gür.
Hayatın karmaşası içinde insanın durup kendi iç sesini duyduğu, şehrin de kendini yeniden hatırladığı en zarif köprü.
İster sol bir bakış açısına sahip olun, ister sağ bir çizgide yürüyün…
İster bir aşkın içinden geçiyor olun, ister hayatın yükünü omuzluyor olun…
Herkesin bir şiiri vardır.
Ve herkesin şiiri, yaşadığı şehre bir iz bırakır; çünkü insanın ruh hali, kentin ruhunu da şekillendirir.
Düşünün lütfen…
Bir arkadaşınız vardır, ruhu dalgalıdır.
Belki sol düşüncededir.
“Denizlerin dalgasıyım / Ben halkımın kavgasıyım / Yenilmedim ki…” diye söyler.
Bu dize, bir gençlik sloganından öte; haksızlığa direnişin, adalet arayışının, emeğe saygının şiirsel ifadesidir.
Bu duygu kente de yansır:
Hakkaniyet ister şehir, adalet ister, emeğin gölgesinin bile kıymetini bilmek ister.
Kentlerin vicdanı işte böyle diri tutulur.
Bir diğer arkadaşınız vardır; memleket sevdası yüreğini taşır.
Belki “Çırpınırdı Karadeniz” diye yüksek sesle okur.
Bu şiir de bir milletin hatırasını, aidiyetini ve kendini koruma refleksini taşır.
Kent için bu duygu, köklerini unutmamak; geçmişiyle barışık, geleceğiyle cesur olmanın işaretidir.
Sonra aşıklar gelir…
“Bizimkisi bir aşk hikâyesi…”
Bu dizeyi İzmit’in sahilinde dinlemek başka bir şeydir.
Hele ki şehrin yıllarca parçası olmuş Kayahan’ın hikâyesini bilenler için…
Altınnal Otel’in sahnesinde, kendisini hafife alanlara
“Göreceksiniz, bir gün çok ünlü olacağım…”
diye gülümseyerek kurduğu o cümle bugün hâlâ bu şehrin hafızasında tazedir.
Aşkın, inadın, umudun ve çalışmanın birleştiği o sahneler…
İşte bir kentin kültürel mirası böyle oluşur:
İnsanından, sesinden, hikâyesinden.
Ve bir de şair çıkar…
“Ben bir garip Orhan Veli…”
Bu sözler Müşfik Kenter’in sesinden duyulduğunda insan, hayatın bütün sadeliğini ve inceliğini yeniden keşfeder.
Şiirin insanı kendine getiren hâli, şehirleri de dinginleştirir; çünkü şehir dediğimiz şey aslında insanın büyütülmüş hâlidir.
Bugün şehirler hızla büyüyor, dönüşüyor, yoruluyor.
Binalar yükseliyor, yollar çoğalıyor, nüfus artıyor…
Ama bir şey değişmiyor:
İnsanın kendini anlatma ihtiyacı.
Kent yönetmek bazen bir şiir yazmaya benzer…
Her kelime önemlidir; yanlış yerleştirilen bir kelime anlamı nasıl bozarsa, yanlış verilen bir karar da kentin geleceğini gölgeler.
Şiiri ayakta tutan ritim neyse, kenti ayakta tutan da güvendir.
Eskiler buna “şehri eminlik” derdi; bugün adı değişse de özü aynıdır:
Bir şehir, güven verdiği ölçüde huzur bulur.
Şiir bu nedenle yalnızca duygunun değil;
vizyonun, sorumluluğun ve ortak yaşam kültürünün öğretmenidir.
Bir meydanın nasıl hissedileceğini,
bir parkın ne kadar nefes alacağını,
bir sokağın ne kadar güven vereceğini
bazen bir tek dize anlatır:
“İnsan yaşadığı yere benzer.”
İşte tam da bu nedenle, farklı düşüncelerden gelen insanların ortaklaştığı yer çoğu zaman bir şiirdir.
Çünkü şiir kavgadan değil; insanın ortak duygusundan konuşur.
Bir şehir de ancak böyle büyür:
Ayrıştırarak değil, birleştirerek…
Kutuplaştırarak değil, anlayarak…
İdeolojiyi değil, insanı merkeze alarak…
Her şehrin bir şiiri vardır.
Ve o şiirin dizelerini yazan, o şehirde yaşayan herkesin kendisidir.
Bizim görevimiz ise bu büyük şiirde kimseyi dışarıda bırakmadan,
her dizeyi yan yana getirip ortak bir yaşam hikâyesi oluşturmaktır.
Çünkü şehir dediğimiz şey,
en nihayetinde birlikte yazılan uzun bir şiirdir.
Yorumlar
Kalan Karakter: