Pencereden bakıyorum. Sabahın solgun ışığı henüz sokaklara tam yerleşmemiş. Hava nemli, kaldırımlar sessiz. Apartmandan çıkan küçük bir çocuk var; sırtında kendi bedeninden büyük bir çanta, sıkıca tutmuş annesinin elini. Adımlarını ağırlaştıran yalnızca kitaplar değil; beklentiler, notlar, sınavlar, “başarılı olmalısın” diyen sesler. Yavaş yürüyor, sonra durup nefes alıyor. Burnundan çıkan buhar sabah serinliğine karışıyor. Elleri üşümüş olsa da çantasını bırakmıyor. O çanta sanki kimliği olmuş: “Ben öğrenciyim,” diyor sessizce, “benim görevim taşımak.” Askıların küçük omuzlarını incitmesine alışmış; biraz eğiliyor, sonra toparlanıyor. Her adımında sanki biraz daha büyüyor, çocukluğunu geride bırakıyor. Küçücük bedeninin servise doğru ilerleyişini izledikçe içimde garip bir hüzün büyüyor. Bir çocuk bu kadar erken yorulmamalıydı. Çocuklarımızın okula giderken taşıdığı çantalar sadece kitaplarla değil, beklentilerle, korkularla, yarışlarla dolu. Biz bu ağırlığın farkında değiliz. Çünkü çağın gözü artık ağırlığa değil, sonuca odaklanmış durumda. Her çocuk bir rakamın içinde değerlendiriliyor; her ruh bir sisteme sıkıştırılıyor. Bilgi çağında yaşıyoruz ama her geçen gün bilgeliği biraz daha yitiriyoruz. Eğitim, hayata benzemiyor artık; daha doğrusu, hayatı unuttu. Bilgi var anlam yok; öğretim var öğrenme yok, okul var hayat yok. Her sabah binlerce çocuk aynı sessizliğin içine karışıyor: ellerinde defterler, sırtlarında ağırlık, gözlerinde uykunun yerini almış yorgunluk. Her biri kim olduğunu değil, ne olacağını öğrenmeye gidiyor. Biz buna “hazırlık” diyoruz ama kimse hayata hazırlanmıyor. Hayatın kendisi eksik bu düzenin içinde. Çünkü hayat çizelgelere sığmaz; bazen gecikmektir, bazen yanılmaktır, bazen hiçbir şeyi başaramayıp yine de var olabilmektir. Ancak eğitim bu dağınıklığı sevmiyor; her şeyi ölçmek, sınıflandırmak, derecelendirmek istiyor. Bilgi, anlamın önüne geçmiş durumda. Öğrenci artık bir ruh değil, bir performans. Gerçekte insanın en kırılgan tarafı ölçülemez yanıdır: düşleri, korkuları, iç çekişleri, sessiz soruları. Eğitim bu sessizliğe kulak vermiyor. Ya biz? Hepsine aynı soruları sorup aynı cevapları bekliyoruz. Sonra da şaşırıyoruz: Bu çocuklar neden düşünmüyor, neden hissedemiyor, neden umutsuzlar? Aslında onların değil, bizim öğrettiğimiz dünyanın ruhu eksik. Çocuklara “başarılı ol” diyoruz “kendini bul” demiyoruz. “Çalış” diyoruz “hisset” demiyoruz. Çağımızın en büyük trajedisi, bilginin insandan kopması. Eskiden bilgi birinin gözünde parlayan ışıktı. Bir öğretmenin sesiyle, annenin sözüyle, ustanın dokunuşuyla geçerdi içimize. Şimdi o ışık ekrandan akıyor: hızlı, parlak ama soğuk. Çocuklar yaşamayı değil, ezberlemeyi öğreniyorlar. Çok iyi yabancı dil öğrenip komşusuna “nasılsınız?” diyemiyorlar. Övünelim mi? Oysa her çocuğun içinde bir evren vardır: korkular, meraklar, hayaller… Biz o evrenin kapılarını açmayı unuttuk. Testlerin, sınavların, puanların arasında o dünyaya yer kalmadı. Çocuklar artık ne hissettiklerini değil ne kadar hatırladıklarını önemsiyor. Ezber düşüncenin, hız anlamın yerini aldı. Kimse “neden?” diye sormuyor. Çünkü “neden?” yavaş bir sorudur. Yoksa biz hız çağında sabrı mı unuttuk? Sosyolojik açıdan bu halin ardında çağın telaşı var: her şeyi hızla üretmek, hızla öğrenmek, hızla tüketmek. O hızın içinde derinlik kayboluyor. Çocuklar artık düşünmüyor, hesaplıyor; hissetmiyor, tepki veriyor. Toplum onları insan olarak değil, sistemin sürekliliğini sağlayacak parçalar olarak görüyor. Buna modernlik diyoruz ama bu, sadece iyi kamufle edilmiş bir yabancılaşma. Yalnızlık an be an büyüyor. Evlerde sevgi yerine başarı konuşuluyor. Anne babalar çocuklarını sevdikleri kadar korkutuyorlar. “İyi bir gelecek için” diyerek bugünü ellerinden alıyorlar. Oysa hiçbir gelecek, çocukluğun ellerinden alınmaya değmez. Hiçbir diploma merhametin yerini tutmaz. Hiçbir bilgi bir bilgenin sessizliğini aşamaz.
Eskiden bunu bilen öğretmen, çocuğun ruhuna dokunduğunda mucize olurdu. O dokunuş artık yok. Öğretmen de yorgun. Onun gözünde de bir zamanlar parlayan ışık sönüyor. Çünkü öğretmenler de sistemin içinde birer veri haline geldiler. Eğitim yarış pistine döndü. Herkes koşuyor, ama kimse nereye gittiğini bilmiyor. Öğrenciler sınavdan sınava, öğretmenler müfredattan rapora, anne babalar kaygıdan kaygıya koşuyor. Herkes nefessiz, herkes yorgun. Sadece insan eksik bu koşuda. Eğitim insana hizmet etmeyi bıraktı; sistemin devamına hizmet etmeye başladı. Sistemin devam ettiği yerde ruh yok. Ruhun derinliğinden doğan bilgelik nasıl olsun? İnsanı insan yapan hatırladığı değil, sorguladığıdır. Her şeyin cevabını ezberlemiş bir çocuk belki sınavı geçer ama hayatta kaybolur unuttuk mu? Bugünkü sistemin çocukta yarattığı psikolojik yorgunluk göründüğünden derindir. Sürekli ölçülen bir çocuk, kendini yetersiz hissetmeyi öğrenir. Küçük yaşta “başarılı olma” baskısı kimliğinin merkezine yerleşir. Bir yanlış not, eksik cevap, gecikmiş hedef… hepsi eksiklik duygusu bırakır. Çocuklar öğrenmekten çok, korkmamayı öğrenmeye çalışıyor. Oysa öğrenme dediğimiz şey zaten biraz korkmaktır: bilmediğini kabul etmek, yeniden başlamaktır. Sistem buna izin vermiyor. Yanılmak yok; sadece ilerlemek var. İlerlerken derinliği kaybediyoruz. Eğitim felsefesi açısından bakıldığında, bilgi araç olmalıydı; bilginin kendisi amaç haline geldi. İnsan, bütünlüğüyle değil, ölçülebilir yönleriyle kavranıyor. Zihin gelişiyorsa da kalp geride kalıyor. Ancak, insan yalnız aklıyla değil, ruhuyla da öğrenir. Bir sözü anlamak sadece duymakla değil, onun içinden geçmekle, yaşamakla, deneyimlemekle mümkündür. Pencerenin ardından bakıyorum. Sırtında ağır çantalarla yürüyen minicik çocuklar geçiyor sokaktan. Küçük adımlar büyük yükler taşıyor. İçim acıyor. Belli ki biz bilgiyi çoğaltırken anlamı yitirdik. Bilgi sadece soğuk bir ağırlık oldu. Bilmenin sıcaklığını, yaşamanın anlamını unuttuk. Hayatın, bilgiden çok fark edişin içinde olduğunu ... Hayat yarış değil ki; bazen durmak, beklemek, bazen hiçbir yere varmadan yürümek gerek. Eğitim bunu hatırlatmadığı sürece çocuklar hep bir yerlere yetişmeye çalışacak ama hiçbir yere varamayacak. Ve biz, bu bitmeyen anlamsız koşuyu başarı sanmaya devam edeceğiz. Asıl kaybedilen, bilgi çağında bilgeliğin ölümü değil; eğitimin içinde insanın sessizce yok oluşudur.
Yorumlar
Kalan Karakter: