Önce Bora gitti. Kızımla aynı sırada oturan, ilk okuma bayramını birlikte kutladıkları, aynı bahçede koşup aynı sınavlara hazırlandıkları arkadaşı. Mezuniyet balosundan birkaç gün sonra bavulunu kapının önüne koydu. O gün sokak sessizdi; uğurlamaya gelenler sarıldı, gözler doldu ama kimse uzun konuşmadı. Mahallede herkes “hakkında hayırlısı olsun” dedi, sanki uğurlama değil, kabulleniş ritüeliydi. Belki fark edilmeyen “kolektif başa çıkma” ile; elimizden kayıp giden gençlerimizi içimize gömerek gidişlerini sessizlik ve bir tür zorunlu kabullenişle karşılıyorduk. Bir hafta sonra Çağrı gitti. Elinde gitar kılıfı, sırtında çantası, “orada sahneye daha kolay çıkarım” dedi. Ardından Nehir gitti, sonra Zehra… Pasaport randevuları, vize günleri, havalimanı uğurlamaları birer birer yaşandı. Doğum günü masalarında sandalyeler eksildi, mezuniyet karelerinde aralıklar oluştu. Yaz akşamlarının kahkahası yan odadan değil, telefon ekranından geldi. O sesler ekrandan gelirken evin gerçek sessizliği daha derin, daha ağır hissedildi. “Saat farkına alışırız” dediler, alışamadık. Her uğurlamanın ardından artan bir kabulleniş yaşanıyor, üniversiteyi yurt dışında okuma kararı git gide daha çok bireysellikten çıkıyor, sosyal bir norm haline geliyordu. Telefon ekranı sıkça yanıp sönmeye başladı; “Odaya yerleştim”, “İlk günüm, heyecanlıyım!”, “Gece kampüs çok güvenli, keşke görsen.” Her bildirim mutluluk haberiydi ama bu tarafta derin bir boşluk açıyordu; mesajlar geldikçe gitmek bir tercih değil, doğal bir rota gibi görünmeye başladı. Ülkede, kalanlar da gitmeyi düşünmeye başladılar. Kızım, uzun süre sustu. Sonra bir sabah ansızın gözlerini gözlerime dikerek baktı ve: “Seneye ben de mi?” diye sordu. O anda boğazıma taş oturdu. “Hayır” demek istedim... “Gitme” demek istedim ama sustum. Çünkü biliyorum: istemek yetmez. Eğer burayı kalınabilir bir yer kılmazsak, hiçbir anne evladına o sözü hakkıyla söyleyemez. Gençlerin kanatlarını kırmadan, ülkemizi kanat açacakları bir yere çevirmek zorundayız.
Dünya büyük bir umut göçü yaşıyor. 2022’de kendi ülkesinin dışında yükseköğretim gören öğrenci sayısı 6,9 milyona ulaştı; bu, 2000’e göre yaklaşık üç kat artış demek (UNESCO, 2025). OECD ülkelerinde uluslararası öğrenci sayısı 2014’te 3,0 milyonken 2022’de 4,6 milyona çıktı (OECD, 2025). Bunlar sadece sayılar değil; bir ülkedeki en parlak zihinlerin nereye aktığını gösteren harita. Gençler ışığın olduğu yere akıyorlar: laboratuvarların geç söndüğü, kütüphanelerin dolu olduğu, mezuniyet sonrası hayata adım atmanın mümkün olduğu ülkelere. “Beyin göçü” demiyorum artık; çünkü bu sadece zihinlerin kaybı değil, umutların gidişi... Beyin göçü mühendis, doktor, araştırmacı kaybını ölçer; ama umut göçü, çocukluk arkadaşlıklarının, aile sofralarının, bir ülkenin kendi geleceğine olan inancının kaybıdır bence. Bir genç başka bir ülkeye okumaya gittiğinde yalnızca kendi kaderini değil, bu toprakların potansiyelini de taşır yanında. Bu yüzden bu hareket, tek yönlü bir kayıp değil; bir ülkenin kendi kendine açtığı gelecek boşluğu olarak okunmalıdır. Umut göçü dediğimiz şey, yalnızca istatistik değil; çağrıdır. Giden her genç, kalanlara ayna tutar: “Benim seçtiğim yol bu” der. Burada kalanlar, o aynaya bakarken kendi hayatlarını sorgular. Soru hep aynı noktaya gelir: “Ben de mi?” Bu sorunun cevabı çoğu zaman bireysel değil, yapısal koşullarda gizlidir.
Türkiye’de hikâye hep aynı yerden başlıyor: barınma. Yurt kuyruğunda sabaha kadar bekleyen gençler, uykusuzlukla derse gidiyor; uykusuzluk derse dikkate, dikkat sınav sonucuna, sınav sonucu burs ya da staj şansına yansıyor. Küçük bir aksama bile bütün bir geleceği etkiliyor. Elbette başka ülkelerde de barınma sorunu, yüksek kira, zorlu sınavlar var. Fark, sorunların çözüleceğine dair duyulan güven Burada ise belirsizlik, sorun kadar yıpratıcıdır. İşte tam o noktada bir fotoğraf gelir: başka bir ülkede huzurlu bir oda, ışıklı bir kampüs yolu, kabul edilmiş bir staj mektubu. O fotoğraf yalnızca bir görüntü değil, bir düzen vaadidir. Küçük işaretler üst üste binince karar şekillenir: gitmek bir macera değil, öngörülebilir bir hayat arayışına dönüşür. Bu güveni burada, kendi ülkemizde kurmak zorundayız. Bu, yalnızca bir barınma meselesi değil; genç bir insanın başını yastığa koyduğunda yarınını öngörebilmesi meselesi. Yurt başvurusunda sırasını görebildiği, burs için yaptığı başvurunun hakkaniyetle değerlendirildiğini bildiği, gece kampüsten çıkarken karanlıkta korkmadığı, mezun olduğunda denemeye değer bir iş piyasasının onu beklediğini hissettiği bir düzen… Bu düzeni kurduğumuzda gitmek bir zorunluluk olmaktan çıkar; kalmak bir yük değil, güvenle yapılan bir tercih olur. Ve bu tercih, yalnız bugünün değil, yarının da güvencesi haline gelir. Genç işsizlik bugün %16,3 (TÜİK, 2025). Bu sadece sayı değil; bir gencin kirayı düşünüp uyuyamamasına, sınava dalgın girmesine, “geleceğim burada mı?” diye sormasına dönüşüyor. Giden her arkadaş diğerine cesaret veriyor, boşalan her sıra bir sonrakine işaret oluyor. Bu zincir kişisel değil, yapısal bir zincir. Bu zinciri kırmanın yolu, geleceği öngörülebilir kılmaktan geçiyor. Önce yaşamın ilk halkasını sağlam kurmalıyız: barınmayı. Yurt başvurusu yapan bir genç, sırasını gerçek zamanlı görebilmeli. Kapasite planı şeffaf olmalı, ihtiyaç fazlası olduğunda kamu–belediye–özel sektör iş birliği ile yeni yurtlar hızla devreye girmeli. Ücretler adil bir seviyede belirlenmeli, aile gelirine göre destek otomatik eşleşmeli. Oda kapısı kapandığında belirsizlik değil huzur hissedilmeli. Bu sadece konfor değil, eşitlik ve fırsat adaletidir. Çünkü yurt kuyruğunda kaybedilen her gece zincirin bir sonraki halkasında daha büyük kayıplara yol açar. Ardından güvenliği sağlamak zorundayız. Bir genç kütüphaneden çıktığında karanlık yolda korkmamalı. Yaya yolları aydınlatılmalı, gece ulaşımı düzenli işlemeli, öğrenci kartına ücretsiz tanımlanmalı. Bu sadece ulaşım değil; eğitimde devamlılığın, anne babaların iç huzurunun teminatıdır. Üniversitenin dili adalet olmalı. Atama ilanları, puanlamalar ve itiraz mekanizmaları çevrim içi ve erişilebilir hale getirilmeli. Araştırma fonlarının kriterleri şeffaflaştırılmalı, değerlendirme süreçleri açıklanabilir olmalı. Genç bir araştırmacı başvurusunun hakkaniyetle değerlendirildiğini bilirse risk alır, hata yapmaktan korkmaz; ancak o zaman yenilik doğar. Burs yalnızca nakit değildir. Yanında bir mentor, bir rehber olmalı. Düzenli görüşmelerle yol arkadaşlığı yapılmalı, dil ve araştırma atölyelerine erişim sağlanmalı. Öğrenci yalnız olmadığını hissettiğinde geleceğe daha cesur adım atar. Okul bittiğinde boşluk olmamalı. Mezuniyet sonrası köprü kurulmalı: ilk iş için vergi teşviki, kamu–özel staj hattı, genç araştırmacı kotası. Almanya’nın mezuniyet sonrası 18 ay iş arama hakkı (BAMF, 2024) veya Kanada’nın PGWP programı (IRCC, 2025) buna güçlü örneklerdir. Biz de benzer bir düzenleme ile mezunun ülkede kalabileceği güvenini verebiliriz. Dışarıdaki mezunlarla bağ kopmamalı. Onlarla ortak yayınlar yapılmalı, çevrim içi laboratuvar toplantıları düzenlenmeli, dönüşümlü misafirlikler uygulanmalı. Böylece gidiş bir kopuş değil, bilgi ve ağın buraya dönmesini sağlayan bir devridaime dönüşür. Bu düzen yalnızca bizim gençlerimiz için değil, Türkiye’ye okumaya gelen 300 bini aşkın uluslararası öğrenci için de güven ortamı yaratır (YÖK, 2023). Gelen öğrenci burada huzur ve fırsat bulursa, ülkemiz yalnızca geçici bir eğitim durağı değil, kalıcı bir çekim merkezi olur. Şüphesiz yeni yurtlar yapılıyor, burslar veriliyor; ama sorun bina sayısında değil, güven duygusunda düğümleniyor. Yurt başvurusunda sırasını göremeyen, burs sonucunun neden geciktiğini bilmeyen, liyakatten şüphe eden bir genç için kapasite artışı yetmez. Bizim ihtiyacımız, adalet duygusunu onaran, şeffaf ve öngörülebilir bir sistemdir.
Bunun için, öncelikle kurumsal şeffaflık gerekir. Yurt ve burs başvuruları için tek bir dijital platform olmalı; başvuru sırası, puanlama kriterleri ve yerleştirme sonuçları gerçek zamanlı olarak izlenebilmelidir. Böylece kimse torpil söylentileriyle, belirsizlikle yıpranmaz, yıpratılmaz. İkinci olarak, hızlı çözüm mekanizmaları gerekir. Sorun yaşayan öğrenci tek bir telefon ya da çevrim içi portal üzerinden çözüm alabilmeli; çözüm süresi kısalmalıdır. Bu, sistemin güvenilirliğini artırır. Üçüncüsü, bağımsız denetim şartıdır. Üniversite yönetimleri ve KYK gibi kurumlar yılda en az bir kez bağımsız denetime tabi olmalı; raporlar kamuya açık paylaşılmalı. Şeffaflık sadece süreçte değil, sonuçta da görünür olmalıdır. Bu bağlamda katılımcılık da önemlidir. Öğrenci temsilcileri karar mekanizmalarına düzenli katılmalı; ihtiyaç ve öneriler karar vericilere doğrudan iletilmelidir. Böylece hem sahiplenme arttırılır hem de alınan kararların sahada işlemesi kolaylaştırılır. Öte yandan, istikrarlı bir finansman modeli gerekliliğinden de bahsetmek zaruridir. Yurt kapasitesi, burs miktarları ve araştırma fonları yıllık bütçe kısıtlarına göre değil, 5–10 yıllık projeksiyonlarla planlanmalıdır. Bu sistem öğrencilerin her yıl aynı belirsizlikle yüzleşmelerini engeller; gençler geleceklerini öngörebilirler. Bütün bunlar teknik bir raporun soğuk satırları değil; evlatlarımızın gözlerinin içine bakarken vereceğimiz cevabın şartlarıdır. Çünkü kaybettiğimiz yalnız başarı değil, güven... Güven geri geldiğinde merak artar; merak arttığında yenilik filizlenir, şehirler gençleşir, aileler yeniden nefes alır. O gün, bu ülkenin gençleri bavul değil proje taşır, uçak bileti değil yeni fikirler alır. Anneler mutfakta çay demlerken gözlerini kaçırmaz, babalar balkonda derin bir nefes alır. Kalmak lütuf, gitmek de mecburiyet olmaz. Biz bu teraziyi bugünden kurarsak, yarın başımız dik olur; gençlerimiz bavul değil, hayallerini taşırlar. Kurmazsak, yarın o kefede yalnızca boş sandalyeler değil, kaybolan geleceğimiz durur. Ve hiçbirimizin buna ‘alışma’ lüksü yoktur. Umut göçü, sadece gidenlerin hikâyesi değildir; kalanların geleceğe inancını da götürür. Artık sadece kayıpları konuşmakla yetinemeyiz. Dünyada yapay zekâdan yeşil dönüşüme, biyoteknolojiden uzay ekonomisine kadar yeni devrimler yaşanıyor. Eğer bu devrimleri kaçırmak istemiyorsak, gençlerimizin aklını ve umudunu burada tutacak küresel ölçekte rekabetçi bir bilim, eğitim ve inovasyon ekosistemi kurmak zorundayız. Umut göçünü tersine çevirdiğimiz gün, bu ülke gençlerinin bavullarında giden hayaller geri dönecek ve biz o gün dünyadaki devrimlere yalnızca tanık değil, öncü olacağız. Başka seçeneğimiz yok, bunu yapacağız.
Yorumlar
Kalan Karakter: