İsrailli emekli Tümgeneral Gershon Hacohen’in sözleri son derece net: “Yeni bir savaşa Kudüs'ün hâkimiyeti için giriyoruz ve karşımızda Türkiye var… Şam, Kudüs yolunda bir basamak.” Bu sözler yorum istemez; ikazdır, uyarıdır. Sınırlarımızın ötesinde cereyan eden jeopolitik düğümlerin içimizi nasıl etkilediğini, tarihî hafızamızın hangi yaralarını yeniden açtığını anlamak için sözcüklerin ardındaki kurguyu okumak gerekir.
Tarih bize, kudretin ve hıyanetin aynı döneme rastlayabildiğini öğretir. Bin yılın hafızasını taşıyan Türk devleti, zaferleri ve kayıplarıyla birbirine örülmüş bir öğretiye sahiptir. Bir asır önce Filistin sahnesinde neler olduğunu iyi bilmeliyiz; basit suçlamalar ve ucuz ithamlar bizi tarihî gerçeğe götürmez. O günün ihanetini, o günün şartlarında doğru tanımlamak cesaret ister. Bizim işimiz; hakikate sadık kalıp, onu milletimize anlatmaktır.
Filistin’i nasıl kaybettik sorusunun cevabı, tekil ve basit değildir. Sahnede güç dengeleri, yerel hanedanlar, sömürge aklı ve yer yer ahlaki çöküşler vardı. Mersinli Cemal Paşa’nın dönemi, karmaşık ittifakların, çıkar ilişkilerinin ve sahadaki erozyonun tipik bir örneğidir. Bu tür tarihî çözümlemeler, günümüzün suçlamalarına namuslu bir zemin hazırlar; çünkü kimin ne zaman ne yaptığını, hangi koşullarda yaptığını bilmek gerekir. Ancak şunu da kendi adımıza net söyleyelim: tarihin yükünü bugün yaşayanların omuzlarına tek tek değil, aklın ve adaletin terazisiyle koymalıyız.
İhanetin mirası elbette silsileler yaratır; bazen isimler aynı, bazen fikirler. Geçmişin işbirlikçilerinin torunlarıyla bugünün meselelerini aynı sepete koymak kolaydır, ancak adaletin dili daha titiz olmayı, suçun kaynağını doğru göstermeyi zorunlu kılar. Bu yüzden kimseyi körü körüne yaftalamayız; fakat kim hainse, kim menfaatleri için milletini satansa, bunun hesabı sorulmalıdır. Bu duruş, hem vicdani hem stratejik bir zarurettir.
Bugün içeride ve dışarıda yürütülen operasyonlar, tasfiyeler, istihbarî ve siyasi hamleler boşuna değildir. Devlet aklı, subjektif bir intikam duygusunun esiri olmadan, çıkarlarını korumanın yollarını arar. İçerden çökertme senaryoları en büyük tehlikedir; milli birlik zayıfladıkça dışarıdaki riskler katlanır. Bu yüzden toplumun gevşek taraflarını, provokasyon arayışındaki odakları iyi tanımak, düşmanın içerideki aparatlarını teşhis etmek gerekir. Devletimizin ve milletimizin birliği, en büyük savunma hattımızdır.
Siyasetin meşhur çetin adamlarının dilinden düşmeyen uyarı da burada yankı buluyor: Şam’a göz dikenlerin hesap vermeye hazır olması gerektiği; çünkü tarihî rota sıklıkla aynıdır—Şam stratejik köprü, Kudüs nihai hedeftir. Bu söylem, millî hafızamızın ve stratejik sezgimizin bir başka yankısıdır; Devlet Bahçeli’nin benzer vurgu ve uyarılarını da burada hatırlamak gerekir.
Tarihten örnekler verelim: 7. yüzyılda Hz. Ömer’in yolları Şam’dan Kudüs’e uzandı; Selahaddin Eyyubi’nin hareketi de önce Şam, sonra Kudüs şeklindeydi; Osmanlı Sultanları için de aynı stratejik rota geçerli oldu. Bu tarihî döngüler, coğrafyanın ve güç dengelerinin değişmediğini değil, ama stratejik kavşakların aynı kaldığını gösterir. Tarihten öğrenmezsek, aynı tuzaklara düşeriz.
Peki bu kez nasıl gideceğiz? Cevap şu: ihanetle değil; hesapla, bilinçle, ittifakla. Millî güç, sadece askerî kabiliyet değildir; kültürel tecrübe, tarihî bilinç, diplomasi becerisi, iç güvenlik ve toplum dayanıklılığıdır. Kudüs davası duygusaldır; ama onu başarıya taşıyacak yol soğukkanlı strateji, sabır ve sahada sağlam ittifaklardır. Bizim işimiz, milletin damarlarına kudret aşılamak, gençlerimize tarih şuuru vermek ve devlet aklıyla hareket etmektir.
Bugün içerideki provokasyonlara, etki ajanlarına, bölücü senaryolara karşı uyanık olmak zorundayız. Türk-Kürt, Alevi-Sünni, etnik ve mezhepsel çizgiler üzerinden nefret tohumları ekenlere fırsat vermeyeceğiz. Birleştirici millî vizyon; farklılıkları yok saymak değil, onları milletin zenginliği olarak sahiplenmektir. Bu anlayışla hareket eden her güç, aslında Kudüs’e giden yolun sağlam taşlarını döşer.
Son söz: Kudüs tıpkı geçmişte olduğu gibi bugün de sadece bir coğrafya değil; bir hassasiyet, bir milletin vicdanıdır. Onu savunmak isteyenler, tarihî tecrübeyi, stratejiyi ve toplumsal direnci birlikte kullanmak zorundadır. Şam bir basamaktır; ama basamağı nasıl kullanacağımızı belirleyecek olan; ihanetin kökünü kurutmak, aklı egemen kılmak ve milletin birliğini sağlam tutmaktır. Bu zeminde yürürsek, bu defa kaybetmeyeceğiz — çünkü artık hem hafızamız hem azmimiz hem de hesabımız yanımızda.
Strateji Uzmanı
Gazeteci — Yazar
Gökalp Şentürk
Yorumlar
Kalan Karakter: