Anadolu’nun Tarihi Hafızasından Sürdürülebilir Kimlik ve Küresel Stratejiye
Göç, insanlık tarihinin en eski ve en sürekli hareketidir. İklim değişiklikleri, doğal afetler, savaşlar, ekonomik krizler ve toplumsal çatışmalar, tarih boyunca insan topluluklarını sürekli yer değiştirmeye zorlamış; bu hareketlilik uygarlıkların yayılmasına, kültürlerin etkileşmesine, tarihin şekillenmesine zemin hazırlamıştır. Mezopotamya’dan Anadolu’ya, Orta Asya’dan Balkanlar’a, Sahra’dan Avrupa içlerine kadar göç yolları insanlığın kaderini belirleyen görünmez damarlar gibi yeryüzünü sarmış; her hareket, yerinden edilen toplulukların ardından izler, diller, gelenekler ve kimlikler bırakmıştır. Göç, sadece coğrafi bir yön değiştirme değil; toplumsal yapıları, kültürel kodları ve hatta tarihsel hafızaları dönüştüren derin bir toplumsal olgudur. Anadolu, göçün hatırlandığı ama kimliğin asla unutulmadığı topraklardır. Yüzyıllardır bu topraklara ayak basan her toplum, kimliğini, inancını ve kültürel kodlarını beraberinde taşımıştır. Anadolu, göçün akışına kendini hiçbir zaman kayıtsız bırakmamıştır. Her gelen, bu topraklarda yeni bir iz bırakmış; izler buranın hafızasında erimiş, dönüşmüş, ortaklaşmıştır. Anadolu, göçün rotası olsa da daima kimliğin limanı kalır. Bu toprakların özelliği budur: Göçü misafir eden ama kimliğine ev sahipliği yapan bir medeniyet taşıyıcısı olmak...
Bugünse insanlık, tarihindeki en kompleks göç krizlerinden birine doğru ilerlemektedir. İklim değişikliği, savaşlar, ekonomik eşitsizlikler, sosyal çatışmalar… 21. yüzyılın göç hareketleri artık sadece açlık, savaş ya da ekonomik krizlerle açıklanamayacak kadar çok katmanlıdır. Birleşmiş Milletler’in 2024 raporuna göre, dünyada yerinden edilen insanların %70’i iklim krizine bağlı afetlerden doğrudan etkilenmektedir. 2050’ye kadar iklim kaynaklı göçmen sayısının 200 milyonu aşması beklenmektedir. Bu, sadece bir demografik hareket değil; kimliklerin, kültürlerin, çatışmaların, alışkanlıkların birlikte hareket ettiği devasa bir toplumsal dönüşümdür. Anadolu ise bu yeni dönemde yine sınavdadır. Ve bu sınav, geçmiştekilerden daha zorlayıcıdır. Çünkü bu kez yalnızca göçün kendisiyle değil; göçle birlikte gelen sosyal dokularla, alışkanlıklarla, kültürel taşınmalarla da baş etmek gerekmektedir. Pierre Bourdieu’nun sosyal alan kuramı, toplumsal yapıların yalnızca hukuki ya da fiziki sınırlarla değil, ortak hafızayla, alışkanlıklarla, normlarla ayakta kaldığını anlatır. Anadolu da geçmişte sosyal bağışıklığını göçle harmanlanmış kimlik anlayışıyla sağlamıştır. Şimdi ise bu bağışıklık, çok daha karmaşık tehditlerle sınanmaktadır. Bu noktada arkeolojinin sunduğu veriler, bize geçmişin şifrelerini hatırlatmaktadır. Çünkü Anadolu’nun hafızası yalnızca metinlerde değil, taşlarda da saklıdır. Karahantepe ve Sefertepe’deki anıtsal yapılar, yerleşik hayata geçişle birlikte toplumsal organizasyonun ve inanç sistemlerinin nasıl şekillendiğine dair güçlü ipuçları sunmaktadır. Çayönü’nde ortaya çıkan mimari düzen ve sosyal yapı, yerleşikleşmenin göçün dönüştürücü gücüyle nasıl biçimlendiğini düşündürmektedir. Boncuklu Tarla’da görülen toplu yaşamın izleri, göçün yalnızca hareket değil, sosyal dokuların taşıyıcısı olduğunun arkeolojik kanıtıdır. Afyon Üçhöyük’teki çok katmanlı yerleşim, Anadolu’nun göçle şekillenen kültürel zenginliğinin açık bir örneğidir. Trakya’da Aşağıpınar ve Kanlıgeçit kazıları, Balkanlar’dan gelen toplulukların Anadolu kimliğiyle nasıl buluştuğunu göstermektedir.
Bugün Anadolu’ya yönelen göç dalgası, yalnızca insani ya da insaniyetçi bir mesele değildir. İklim değişikliğiyle tetiklenen göç, beraberinde enerji krizi, su kıtlığı ve tarımsal daralma gibi sorunlar getirmektedir. Birleşmiş Milletler Su Raporuna göre, 2030 yılında dünya nüfusunun %40’ı su sıkıntısı çekecektir. Türkiye ise kişi başına 1350 m³ yıllık su miktarıyla “su stresi yaşayan ülkeler” grubundadır. Sorun sadece suyun azlığı değil, yönetiminin sürdürülebilir olmamasıdır. Tarım alanlarının yanlış kullanımı, plansız kentleşme ve suyun etkin yönetilememesi, göçle gelen nüfus baskısıyla birleştiğinde sosyal çatışmaları körükleme potansiyeline sahiptir.
Enerji açısından bakıldığında, Anadolu’nun jeostratejik önemi yeniden ortaya çıkmaktadır. Enerji geçiş yolları üzerinde bulunan Türkiye, yalnızca enerji koridoru değil; enerji diplomasisinin merkezlerinden biri olmalıdır. Yenilenebilir enerji yatırımları, göçmenlerin yoğunlaştığı bölgelerde ekonomik kalkınma ve sosyal uyum araçları olarak değerlendirilmelidir. Gıda ve tarımda ise Anadolu’nun üretim kapasitesi, tarım kentleri modeliyle sosyal entegrasyonun, sürdürülebilir kalkınmanın aracı haline getirilebilir.Bu devasa dönüşümün karşısında, tarihsel deneyimlerden yola çıkarak, bilimsel verilerle temellendirilmiş, uygulanabilir çözüm önerileri geliştirmek zorundayız:
Birincisi, kültürel bağışıklığımızı güçlendirmeliyiz. Bourdieu’nun sosyal sermaye teorisine göre, toplumların dayanıklılığı, ortak değerler ve güçlü sosyal bağlarla mümkündür. UNESCO’nun Cultural Resilience raporları, kültürel bağışıklığın toplumsal çatışmaları önlemedeki önemini vurgular. Bu nedenle kültürel bağışıklık programları, göçmen topluluklarını olduğu kadar, topluma yönelik kaygılar taşıyan vatandaşlarımızı da dikkate alan; toplumsal huzuru, güvenliği, milli kimliği koruyacak politikalarla desteklenmelidir. Kültürel bağışıklık, kimliklerin silinmesi değil; toplumsal aidiyetin ve milli duruşun güçlendirilmesiyle mümkündür. Mahalle temelli sosyal dayanışma ağları, ortak kültürel etkinlikler ve karşılıklı anlayışı artıracak projelerle bu bağışıklık canlı tutulmalıdır. Türk milletinin binlerce yıllık vatan bilinci, bu topraklarda kök salmış ortak hafızamız ve milli kimliğimiz, kültürel bağışıklığın temel dayanağıdır. Bu bağışıklık, geçmişten gelen irademizin geleceğe taşınmasıdır.
İkincisi, sosyal entegrasyon stratejileri geliştirmeliyiz. OECD’nin Göçmen Entegrasyon Politikaları Endeksi’ne (MIPEX) göre, entegrasyonun başarısı, topluluklar arası çift yönlü uyum politikalarına bağlıdır. Çok dilli kültürel iletişim merkezleri, yerel yönetimlerin desteklediği sosyal projeler ve eğitimle desteklenmiş adaptasyon programları, toplumsal çatışmaların önüne geçmekte kilit rol oynamaktadır. Ancak bu stratejiler, toplumumuzun sosyal dengelerini zedelemeyen, milletimizin kimliğini koruyan ve güvenliğini gözeten bir yaklaşımla kurgulanmalıdır. Sosyal entegrasyon; kimliksizleşme değil, milli değerlerle uyum içinde birlikte yaşama kültürünü inşa etmektir. Bu süreçte entegrasyon politikaları, milletimizin tarihi tecrübesi ve toplumsal hassasiyetleri temel alınarak şekillendirilmelidir.
Üçüncüsü, Anadolu Hafıza Merkezleri kurulmalıdır. Almanya’nın Göç Belleği Müzesi ve Kanada’nın Immigration Museum gibi örnekler, göçün tarihsel süreçteki etkilerini belgeleyerek toplumsal hafızayı canlı tutmanın önemini göstermektedir. Türkiye’de kurulacak bu merkezler, yalnızca göçmenlerin hikâyelerini değil, milletimizin göç karşısındaki toplumsal hafızasını, kültürel direncini ve kimlik koruma bilincini de yansıtmalıdır. Çünkü milletimiz, tarihi boyunca vatanını terk eden değil; vatanını koruyan, ona sahip çıkan bir millet olmuştur. Göç, Anadolu için hiçbir zaman zorunlu bir kaçış değil; kültürel hafızasını, kimliğini taşıyan bir direniş hattıdır. Bu nedenle Anadolu Hafıza Merkezleri, milletimizin yurdundan vazgeçmeyen iradesinin, köklerine sahip çıkan tarih bilincinin taşıyıcısı olmalıdır. Bu merkezler, Anadolu’nun tarih boyunca sahip çıktığı kimlik mayasını yeni kuşaklara aktaracak, göçmenlerle milletimiz arasında kültürel bağları güçlendirecek, toplumsal uzlaşmaya katkı sağlayacak hafıza noktaları işlevi görecektir. Kültürel hafıza, sadece geçmişi korumak değil, geleceği doğru inşa etmenin de anahtarıdır.
Dördüncüsü, İklim Göçü İzleme Enstitüsü gibi bilimsel ve sosyal bir platform oluşturulmalıdır. IPCC’nin 6. Değerlendirme Raporu, iklim göçüyle başa çıkabilmek için bölgesel göç izleme mekanizmalarına duyulan ihtiyacı vurgulamaktadır. Türkiye’de kurulacak böyle bir merkez, yalnızca göç hareketlerini izlemekle kalmayacak; milletimizin sosyal dokusunu, güvenliğini ve toplumsal dengelerini gözeten, stratejik analizler üreten bir yapı olmalıdır. Sosyal bilimciler, arkeologlar, çevre bilimcileri, göç uzmanları ve politika yapıcıları arasında köprü kuracak bu enstitü, Türkiye’nin sadece göç yönetiminde değil; milli güvenlik, sosyal barış ve sürdürülebilir kalkınma politikalarında da vizyoner bir örnek oluşturacaktır.
Beşincisi, Türkiye’nin milli çıkarlarını, toplumsal düzenini ve milli kimliğini gözeten bir sosyal kontrat hazırlanmalıdır. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve BM İnsan Hakları Komisyonu’nun sosyal uyum raporları, insan hakları ile kültürel sürdürülebilirliğin dengeli bir sosyal kontratla yönetilmesini tavsiye etmektedir. Ancak Türkiye için bu kontrat, sadece uluslararası normlara değil; milletimizin tarihi hafızasına, milli güvenlik önceliklerine ve toplumsal değerlerine dayanmalıdır. Bu sosyal kontrat, insan onurunu korurken; kimliğimizi, toplumsal direncimizi ve devletimizin geleceğe yönelik vizyonunu da güvence altına alan uzun vadeli devlet aklıyla yönetilmelidir.
Anadolu, tarih boyunca göçle yoğrulmuş ama göçle silinmemiş bir coğrafyadır. Kök salanların, vatanını bırakmayanların toprağı... Bugün Anadolu’ya düşen görev, insanlık vicdanına ve kendi kimliğine sadık kalarak, dünyaya örnek olacak bir sosyal dayanışma ve kültürel sürdürülebilirlik modeli geliştirmektir. Göçü yöneten, geleceği yönetir. Türkiye bu yönetimi sağladığında yalnızca kendi toplumunu değil, bölgemizi ve dünyayı pozitif yönde etkileyecek öncü bir rol üstlenebilecektir. Ancak bu vizyon, yalnızca akademik kürsülerde kalacak teorilerle değil, sahada karşılık bulan uygulamalarla mümkün olacaktır. Artık mesele, yalnızca sorunları konuşmak değil; milletçe ortak akıl ve irade etrafında birleşerek, çözüm üreten kalıcı bir toplumsal hareket başlatmaktır. Bu, sadece bir devlet politikası değil, halkın her kesimini içine alan, insan onurunu ve milli kimliği koruyan bir dayanışma seferberliği olmalıdır. Çünkü Anadolu’nun ruhu, karşılaştığı her sınavda birlikten doğan dirayetiyle var olmuş; tarih boyunca bu topraklarda kök salan her medeniyet, ortak vicdanın eseri olarak yükselmiştir. Anadolu, tarih boyunca ne zaman birlikte yürüdüyse, tarih yazdı. Bu kez de öyle olacak... Bu toprakların yarınını, ancak köklerinden güç alanlar yazacaktır.
Kaynakça:
• UNHCR Global Trends Report (2024).
• IPCC Sixth Assessment Report (2023).
• DSİ Türkiye Su Raporu (2024).
• Bauman, Z. (2000). Liquid Modernity. Polity Press.
• Bourdieu, P. (1986). The Forms of Capital. Greenwood Press.
• OECD Migration Integration Policy Index (MIPEX) (2023).
• UNESCO Cultural Resilience Report (2022).
• International Labour Organization (ILO) Social Cohesion Reports (2023).
• Karul, N. (2023). Karahantepe ve Sefertepe Kazıları.
• Özdoğan, M. (2017). Çayönü Kazıları.
• Duru, G. (2021). Afyon Üçhöyük Çalışmaları.
• Erdal, Y. S. (2022). Boncuklu Tarla Bulguları.
• Özdoğan, K. (2019). Aşağıpınar ve Kanlıgeçit Kazıları.
Yorumlar
Kalan Karakter: