Sydney’de bir plaj… Güneş, deniz ve sıradan bir gün. Ta ki silah sesleri duyulana kadar. O an herkes kaçmayı düşünürken, biri durdu. Ahmed el-Ahmed. Ne ünvanı vardı ne de görevi. Sadece vicdanı vardı.
Silahlı saldırıya müdahale ederken dört ya da beş kurşunla vuruldu. Bazı mermiler hâlâ vücudunda. Önünde birkaç ameliyat daha var. Ama Ahmed, o an geriye dönüp kendine sormadı:
“Bana ne olur?”
O sadece şunu düşündü:
Bir başkasına ne olur?
Ahmed iki kız çocuğu babası. Biri 3, diğeri 6 yaşında. Ailesi onu anlatırken tek bir cümlede buluşuyor:
“İnancı, dili, kimliği ne olursa olsun insanı korumak isterdi.”
Bu söz, bugün dünyanın en çok ihtiyaç duyduğu cümlelerden biri.
New South Wales Başbakanı Chris Minns’in Ahmed’i hastanede ziyaret edip ona “gerçek bir kahraman” demesi, aslında bir gerçeğin ifadesi. Kahramanlık bazen üniforma giymez. Bazen bir baba, bir göçmen, bir insan olur.
Ahmed el-Ahmed’in hikâyesi bize şunu hatırlatıyor:
İnsanlık pasaportla, bayrakla, inançla sınırlı değildir. İnsanlık, tehlike anında başkasını kendinden öne koyabilmektir.
Bugün Ahmed hastane odasında yaralarını sarıyor. Ama onun cesareti, hepimizin ortak vicdanında ayağa kalkmış durumda.
Strateji Uzmanı
Gazeteci Yazar
Gökalp Şentürk
Yorumlar
Kalan Karakter: