Ankara’dayım.
Her zamanki gibi fötr şapkamla indim kahvaltıya.
Restorana adımımı atar atmaz, bir tuhaf sessizlik oldu.
Bakışlar üzerimdeydi.
Yaklaşık üç dakika sonra iki kişi yaklaştı.
“Sanatçı mısınız?” diye sordular.
Gülümseyerek, espiri modunda cevap verdim:
“Hayır… Saatçiyim.”
Bir an durdular.
Ben durmadım.
Sonra empati yaptım.
Eskiden saatçiler vardı…
Zamanın ustalarıydı onlar.
Sadece el becerileriyle değil; sabırlarıyla, ritimleriyle, sessizlikleriyle çalışırlardı.
Özel eldivenleri olurdu.
Baloya gider gibi giyinirlerdi.
Bir saati tamir ederken geçen süre, insanın içini acıtmazdı.
Çünkü zaman, emanet edilmişti.
Bugün saatler değişti.
Hızlandı.
Ucuzladı.
Değersizleşti.
Ama asıl değişen, zamanın kendisi değil;
zamanla kurduğumuz ilişki oldu.
Şehirler de böyle…
Kentlerin iyileştirme planları gecikiyor.
Onarımlar erteleniyor.
Bakım yapılmıyor.
Sorunlar “sonra”ya bırakılıyor.
Tıpkı bozulan ama atılan saatler gibi.
Oysa şehirler de saat gibidir.
Bakım ister.
Ustalık ister.
Zamanında müdahale ister.
Bir kenti yönetenler, biraz saatçi olmalıdır.
Gösterişten çok ayara,
hızdan çok dengeye,
anlık çözümlerden çok uzun ömürlü mekanizmalara bakmalıdır.
Bugün sanatçı sanılan fötr şapka belki de şunu hatırlatıyor:
Zamana estetik katmak başka,
zamanı onarmak başkadır.
Ve bazen bir şehrin ihtiyacı,
bir sahne sanatçısı değil;
iyi bir saat ustasıdır.
Yorumlar
Kalan Karakter: