Bazı başlıklar, bir memleket hikâyesinin kısa özeti gibidir.
“Yağ satarım bal satarım, ustam ölmüş ben satarım” da tam böyle bir cümle…
Bir yandan ekmeğin derdini, diğer yandan ustalığın kayboluşunu anlatır.
Adıyaman Organize Sanayi Bölgesi’ne adım attığınızda bu cümle, bir çocuk tekerlemesinden çıkar; bir şehrin iç sızısına dönüşür.
203 fabrikanın faal olduğu OSB, deprem öncesi 24 bin emekçinin alın teriyle ayaktaydı. Bugün sayı 16 bin civarında.
Bu fark, sadece istihdamın değil; bir şehrin nefesinin eksildiğini gösteriyor.
Deprem sonrası Adıyaman’dan Kocaeli’ye göç edenlerin sayısı 7 bini aşmış.
Ve en çarpıcı gerçek şu: Gidenlerin büyük kısmı geri dönmemiş, dönmüyor.
Bir şehir boşalmaya başladığında önce seslerini kaybeder; sonra ustalarını…
Usta gidince tezgâh susar, tezgâh susunca üretim ruhunu kaybeder.
OSB Başkanı tam bir kriz lideri.
İnşaat mühendisi olmanın getirdiği teknik soğukkanlılıkla, depremden bir gün sonra enerji, su ve doğal gaz sorunlarını çözüp çarkların yeniden dönmesini sağlamış.
Yardımların lojistik merkezlerine dönüşmesini hızla organize etmiş.
Ziyaret ettiğimizde bunun ne kadar sahici bir emek olduğunu görmek güç değil.
Kendi işletmesinde ise tablo daha dokunaklı…
İki oğlu da inşaat mühendisi olmasına rağmen baba-oğul zeytinyağı üretiminde direniyorlar.
Ustalarının bir kısmını depremde, bir kısmını da göç nedeniyle kaybetmişler.
Bu yüzden OSB Başkanı’nı kimi zaman yönetimde, kimi zaman üretimde, kimi zaman ambalaj hattında görmek mümkün.
Tam da başlıktaki gibi:
Ustası ölmüş; o da hem tezgâhı tutuyor hem işi sürdürüyor.
Devletin yaptığı deprem konutları ise temiz, sağlam ve çağdaş.
Ancak esnaf dükkânlarının metrekaresi oldukça küçük.
Sahada konuşulan temel soru şu:
Vatandaş bu yeni modele nasıl adapte olacak?
Yeri daralan sadece dükkân değil; esnafın alışkanlıkları, hareket alanı, yaşam kültürü.
Ve işte tam burada, Adıyaman’dan yükselen sessiz bir hakikat karşımıza çıkıyor:
Bir şehir, sadece duvarlarla değil; sabah aynı çay ocağında buluşan ustalarıyla ayakta kalır.
Deprem kapıları yıkarken aslında bir şehrin hafızasını da dağıttı.
Göç eden her usta ardında boş bir tezgâh değil;
bir ailenin düzenini, bir çocuğun geleceğini, bir mahallenin sesini bıraktı.
Bugün Adıyaman yeniden ayağa kalkmaya çalışıyor…
Ama eksik olan şey beton değil; insan nefesi.
Eksik olan, “Ben buradayım” diyen ustanın izi, gölgesi, sözü.
Evet, devlet binaları yaptı, yolları düzeltti, konutları yükseltti; doğru yaptı.
Ama bir şehrin gerçek dönüşümü, ustalar geri döndüğü gün tamamlanır.
OSB’nin içinde dolaştığınızda aslında Türkiye’nin vicdanına yazılmış bir cümleyi görüyorsunuz:
Bir şehir ancak işine dönen insanıyla iyileşir.
Bir şehir ancak ustasını bulduğunda tamam olur.
Ve belki de en acı olan şu…
O kaybolan ustaların çoğu artık geri dönmeyecek.
Şimdi, onların boşalttığı tezgâhların başında duranlar;
kimi OSB Başkanı, kimi işletme sahibi, kimi iki oğluyla birlikte üretime tutunan bir baba…
Hepsi aynı gerçeğin içinde yaşıyor:
“Yağ satarım, bal satarım…
Ustam ölmesin ki ben de satayım.”
Yorumlar
Kalan Karakter: