Hayatın içinden üç farklı olay…
Sporun dünyasından, şehirlerin kültürel damarından ve gündelik insanlık hâllerinden süzülen üç küçük örnek.
Ve hepsi aynı soruyu akla getiriyor:
“Bunun nesi yanlış?”
Mesela…
Dünya bilardosunun emektar isimlerinden Bora Karatay’ın, Semih Saygıner gibi bir ustayı yetiştirmesi…
Saygıner’in zaman içerisinde bilardonun daha büyük ilgi, rekabet ve profesyonel ortam sunduğu Güney Kore’ye yerleşmesi…
Ve PBA 2025’te Lütfi Çenet ile yaptığı Dünya Şampiyonası müsabakasını 4–1 kazanması…
Tüm bunlara bakıp bazıları hemen şu soruyu yöneltiyor:
“Ülkesini bırakıp gitmek doğru mu?”
Oysa sporun, sanatın ve mesleklerin küreselleştiği bir çağda, insanlar branşlarının daha güçlü olduğu merkezlere yöneliyor.
Daha iyi çalışma koşulları, daha zengin rekabet ve uluslararası bir atmosfer…
Bu yalnızca bilardoda değil; tıptan mühendisliğe, sanattan akademiye kadar pek çok alanda görülen doğal bir hareketlilik.
Burada bir yanlış aramak, bazen hayatın olağan akışını ıskalamak oluyor.
İnsan, emeğinin nabzının en güçlü attığı yere gider; bunda ayıplanacak veya sorgulanacak bir taraf yoktur.
Bu bir kaçış değil, çoğu zaman mesleğin çağrısına verilen bir yanıttır.
Benim ziyaret ettiğim şehirlerde bazen ocağın başına geçer, yöresel lezzetler hazırlarken fotoğraf çektiririm.
Bazen de unutulmaya yüz tutmuş meslekleri hatırlatmak için fotoğraflar çekip paylaşırım.
Mesela Adıyaman’da, ülkemizde unutulan kalaycılık mesleğini sürdüren iki dükkan vardı; birinde tepsiyle kalay yaparken fotoğraf çekip sosyal medyada paylaştım.
Benzer şekilde, ülkemizdeki azınlıklarla birlikte fotoğraf çekip “Biz biriz, ülkemizi seviyoruz” mesajını vermek de benim için önemlidir.
Bu küçük paylaşımlar, sadece bir anı değil; aynı zamanda geçmişe, kültüre ve birliğe dair görünür bir iz bırakır.
Ve gelelim dün sabah Ankara’ya giderken istasyonda yaşadığım o kısa ama düşündürücü ana…
Kendinden büyük bavulu olan, başı kapalı zayıf yaşlı bir kadın yürüyen merdivende düştü.
Kalabalık içinde herkesin bakıp geçtiği o an, zaman durdu sanki.
Görmezden gelemezdim.
Yanlış anlaşılmamak için tereddüt ederek de olsa yanına gittim, yardım etmeye çalıştım.
Bu esnada ben de dengesiz bir şekilde düştüm; kaburgalarım hâlâ sızlıyor.
Birisi çıkıp “Boş ver, karışmasaydın” diyebilir.
Ama insanlık böyle durumlarda ölçülmez.
Asıl soru şudur:
İlgilenmesem miydim?
İyilik yapmak artık riskli mi görülüyor?
Toplumsal reflekslerimiz neden bu kadar zayıfladı?
Bilardo masasından sosyal medya ekranına, ocağın başından yürüyen merdivene uzanan üç olayın ortak noktası şu:
Biz, doğru olanı tartışır hâle geldik.
Çünkü yanlışın tarifi dağıldı.
Bir sporcunun kariyer rotasını, bir gencin kentini tanıtmasını, bir insanın düşeni kaldırmasını bile “yanlış” hanesine yazan bir dil yaygınlaşmaya başladı.
Oysa bazen yanlış olan tek şey vardır:
Doğruyu yapanın yalnız bırakılması.
Ve ben yine soruyorum:
NE’Sİ YANLIŞ…?
Yoksa biz, doğruyu unutturacak kadar gürültülü bir çağa mı teslim olduk?
Yorumlar
Kalan Karakter: