İnsanlık tarihi yalnızca savaşların, iktidarların ve sınırların değil; doğayla kurulan ilişkinin, umutların ve yeniden başlama iradesinin de tarihidir. Kültür; insanın doğayı gözleyerek geliştirdiği ortak akıldır. İnanç ise bu aklın var olana duyduğu teslimiyettir. Bu yüzden insanlığın yüzyıllardır kutladığı özel günleri bir inanç tartışması olarak değil, inanç kültürü ve ortak yaşam bilinci olarak okumak gerekir.
İnsan gökyüzüne baktı, güneşi izledi, mevsimleri kayda aldı. Çünkü biliyordu ki; gün uzarsa umut artar, ışık çoğalırsa hayat güçlenir. İlkbaharın gelişi Nevruz’la, hasat zamanı şükürle, en uzun gecenin ardından günlerin uzamaya başlaması ise yıl döngüsü kutlamalarıyla karşılandı. Bu döngünün en kadim örneklerinden biri de 22 Aralık sonrası kutlanan Nardugandır.
İslam öncesi Orta Asya Türkleri için Nardugan; gecenin yenilmesi, ışığın yeniden doğması, yani umutun galibiyetidir. Yaprak dökmeyen akçam ağacı yaşamı simgeler. Dallarına dilekler bağlanır, altına hediyeler bırakılır. Güneşe “nar”, doğmaya “tugan” denir. Nardugan, kelime anlamıyla da “Güneşin Doğuşu”dur.
Anadolu bu kültürel sürekliliğin kesintiye uğramadığı bir hafızadır. Luvi’lerin Khal Kagan geleneği, Orta Asya’dan gelen ritüellerle birleşmiş; bugün hâlâ Anadolu’nun farklı coğrafyalarında izlerini korumuştur. Ak sakallı bilge figürü, çocuklarla kapı kapı dolaşma, bereket ve paylaşım teması… Bunların tamamı insanlığın ortak belleğidir.
Demre’de yaşadığı kabul edilen Noel Baba (Aziz Nikola) figürü de bu aktarımın Anadolu’daki izdüşümüdür. Batı’ya taşınmış, yeniden yorumlanmış ama köklerini bu topraklardan almıştır. Noel; sanıldığı gibi yılbaşı değil, 24 Aralık’ı 25 Aralık’a bağlayan gecede yeniden doğuşun ve ışığın sembolüdür. Çam ağacı, yıldız, mum, sofra ve hediye… Hepsi bilgeliği, emeği, bereketi ve paylaşımı anlatır.
Bugün bu sembolleri yalnızca evlerimizde değil, kentlerimizde düşünmek zorundayız. Çünkü bir kentin ışığı; yalnızca sokak lambalarıyla değil, adaletle, şeffaflıkla ve ortak akılla yanar.
Yerel yönetimler sadece yol, kaldırım ve bina yapan kurumlar değildir. Yerel yönetimler; kent belleğini koruyan, emeği gözeten, gençlere umut üreten ve geleceği planlayan yapılardır. Eğer bir kentte gençler başka şehirlerin hayalini kuruyorsa, emek görünmez hâle gelmişse, mahalleler karar süreçlerinin dışında bırakılıyorsa; bu bir ekonomik krizden önce yönetsel bir karanlıktır.
Nardugan’ın anlattığı şey tam da budur:
Karanlığa teslim olmamak.
Seçim süreçleri, kentler için bir takvim değişimi değil, yönetim anlayışını yenileme fırsatıdır. Günü kurtaran projeler yerine kalıcı çözümleri, kapalı kapılar ardında alınan kararlar yerine katılımcılığı, vitrin siyaseti yerine kamusal faydayı tercih etme cesaretidir.
Bir kentte ışık çoğalacaksa; bu afişlerde değil mahallelerde görülür.
Bir kentte umut yeniden doğacaksa; bu sözlerde değil hayatın içinde hissedilir.
İşte bu yüzden, hangi dilde söylersek söyleyelim:
Nardugan kutlu olsun.
Ama bu kez; kentlerimizi yöneten akıl yenilensin, ortak geleceğimize gerçekten ışık düşsün diye…
Yorumlar
Kalan Karakter: