Neden bu kadar çok insan 80’li yılları özlüyor, biliyor musunuz?
Çünkü o yıllar, insanın hâlâ insana dokunabildiği son çağdı.
Biz birbirimizi ekrandan değil, sokaktan tanırdık.
Kimin hangi müziği sevdiğini öğrenmek için profiline değil, odasına misafir olurduk.
Birini beğendiğimizde fotoğrafına kalp bırakmaz, cesaretimizi toplayıp yüzüne söylerdik.
Mektup yazardık; bazen kâğıdın kenarına yanlışlıkla düşen bir kelime, bütün duygunun özetiydi.
Beklemek sabırdı, özlemek doğaldı, sessizlik bile anlam taşırdı.
Şimdi her şey hızla akıyor ama hiçbir şey kalmıyor.
Bir “çevrimiçi” ibaresi, bir “görüldü” bildirimi…
Hepsi var ama hiçbiri gerçek değil.
Oysa o dönemlerde, bir “merhaba” bile dostluğun başlangıcı olabilirdi.
Bir kahkaha sokağı doldurur, bir bakış kalbi sarsardı.
Çünkü hayat, insanla insan arasındaki mesafenin sıcaklığıydı.
Teknoloji bizi birbirine yaklaştırmadı; yalnızca birbirimizin yankısına dönüştürdü.
Artık duygular kısaltmalarda, cümleler emojilerde boğuluyor.
Birbirine dokunmadan yaşamak, bir ekrana bakarak “var olmak”…
Bu çağın en sessiz trajedisi işte budur.
80’ler bir dönemin değil, bir hissin adıydı.
Yavaşlığın, samimiyetin ve yüz yüze iletişimin son kalesiydi.
İnsanın makineye değil, insana yaslandığı; bir omzun, bir dost sözünün her şeyden daha kıymetli olduğu bir dünyaydı.
O dünyada “bildirim” yoktu ama hatırlanmak vardı.
“Konum at” yoktu ama buluşmak vardı.
Filtre yoktu ama doğallık vardı.
Bugün hızın içinde yavaşlığa, sesin içinde sessizliğe, kalabalığın içinde samimiyete muhtaç kaldık.
Belki de biz 80’leri değil, kendimizi kaybetmeden yaşayabildiğimiz bir zamanı özlüyoruz.
Çünkü bir zamanlar, gerçekten insan vardı.
Ve insan, yalnızca yaşadığı çağa değil; dokunabildiği insana aitti.
Strateji Uzmanı
Gazeteci Yazar
Gökalp Şentürk
Yorumlar
Kalan Karakter: