Emanuel Kant'ın "Zaman, sessiz bir testeredir" sözü, ilk bakışta iç ürpertici bir metafor gibi durur. Zamanı bir yıkıcı, yavaşça ve durmaksızmaksızın her şeyi aşındıran bir güç olarak tasvir eder.
Ancak bu cümlenin derinliğine indiğimizde, Kant'ın sadece bir sonu değil, aynı zamanda varoluşun ta kendisini, değişimi ve sürekli bir oluş halini işaret ettiğini görürüz.
Zaman, hayatlarımızı dilimleyen, her anımızı bir öncekine ekleyen ve bir sonrakine taşıyan görünmez bir güçtür. Tıpkı bir testerenin bir nesneyi yavaş yavaş şekillendirmesi gibi, zaman da bizi, deneyimlerimizi ve kimliğimizi işler. Geriye dönüp baktığımızda, dünkü "ben" ile bugünkü "ben" arasındaki farkı fark ederiz. Bu, zamanın kaçınılmaz etkisidir; bizi dönüştürür, olgunlaştırır, bazen de yorar.
Fakat bu testere sadece bir yıkıcı değildir; aynı zamanda bir yaratıcıdır. Zamanın getirdiği değişimler, yeni başlangıçlara, yeni fırsatlara ve yeni büyümelere kapı aralar.
Bir ağacın kesilmesiyle yeni bir fidanın dikilmesi gibi, zaman da kaybettiklerimizin yerine yenilerini koyma potansiyeli taşır. Her geçen an, yeni bir öğrenme, yeni bir farkındalık ve yeni bir adım atma şansı sunar.
Kant'ın bu sözü, bize zamanın mutlak egemenliğini hatırlatır. Onu durduramayız, geri çeviremeyiz ya da yavaşlatamayız.
Ancak onunla nasıl ilişki kurduğumuz, tamamen bize bağlıdır.
Zamanın akışına teslim olup sadece onun bizi işlemesini mi bekleyeceğiz, yoksa bu sessiz testerenin bilincinde olarak, her anımızı daha anlamlı kılmak için çabalayacak mıyız?
Belki de Kant, bize zamanın yıkıcı gücünden çok, onun dönüştürücü potansiyeline odaklanmamızı öğütlüyordu.
Her bir "kesik", aslında bir şekillenmedir.
Her geçen an, bizi daha iyiye, daha bilgeye veya daha güçlüye dönüştürme fırsatı sunar.
Önemli olan,
bu sessiz testerenin getirdiği her şeyi, hayatımızın bir parçası olarak kabul etmek ve onunla uyum içinde ilerlemektir.
Yorumlar
Kalan Karakter: