"Bana yalnızlığımdan daha değerli elinde bir şey varsa öyle gel...
Ondan sonra bu konuyu tekrar konuşuruz.
Şimdi çay içiyorum.
İşte öyle bir şey..."
Bu cümleler, modern zamanın en çarpıcı fısıltılarından biri belki de. Hızla akıp giden, sürekli bir arayış içinde olduğumuz bu dünyada, durup yalnızlığına bu kadar yüksek bir paha biçmek; ne kadar da cesurca bir duruş.
Birçoğumuz yalnızlıktan kaçarken, onu bir boşluk, bir eksiklik olarak görürken, bazı ruhlar yalnızlığı bir sığınak, bir zenginlik olarak tanımlıyor. Onlar için yalnızlık, dış dünyanın gürültüsünden arınmış, kendi iç seslerini dinleyebildikleri, gerçek benlikleriyle buluştukları kutsal bir alan.
Peki, nedir yalnızlığı bu kadar değerli kılan?
Belki de insanın kendiyle barışması, kendi değerini keşfetmesi ve dışarıdan gelen onaylara olan bağımlılığını yitirmesi.
Bu, bir tür özgürleşme manifestosu.
Kendi kuytusunda demlenen bir bilgelik, dışarıdan gelecek her türlü 'gel' çağrısına karşı bir filtre görevi görüyor.
Elinde, o kişinin yalnızlığından daha ağır basacak, daha derin bir anlam taşıyacak bir şeyler olmalı ki, o dinginlik hali bozulsun.
Bu, yüzeysel ilişkilerin, anlık heveslerin, boş vaatlerin o kapıdan içeri süzülemeyeceği anlamına geliyor. Kapı eşiğinde bekleyen her neyse, gerçek bir değer sunmalı; anlayış, derinlik, hakiki bir bağ ya da paylaşılan bir amaç gibi.
Ve sonra, o sihirli an:
"Şimdi çay içiyorum."
Bu üç kelime, tüm o felsefi derinliğin üzerine kurulu olduğu dinginliği öyle güzel özetliyor ki. Çay, Anadolu kültüründe sadece bir içecek değil, aynı zamanda bir mola, bir nefeslenme, bir muhabbet aracıdır.
Ancak burada, çay yalnızlıkla demleniyor.
Bir fincan sıcak çayın buğusu, belki de kişinin kendi içine yaptığı yolculuğun sıcaklığını, o anki huzuru simgeliyor. Acele etmeden, dünyanın telaşından uzak, sadece o anın ve kendi varlığının tadını çıkarmak...
Bu, küçük anlarda gizli büyük bir mutluluğun, kendi kendine yetebilmenin en saf hali.
"İşte öyle bir şey..."
diyerek noktayı koyan bu cümle, durumu tartışmaya kapalı bir kesinlikle ifade ediyor.
Ne bir açıklama ihtiyacı var ne de bir savunma. Bu, kişinin kendi seçimi, kendi yaşam felsefesi. Yalnızlık, artık bir eksiklik değil, aksine doldurulması gereken bir boşluk hiç değil. Aksine, o bir dolu oluş hali. O dolu oluş halini yıkıp geçecek olan, ancak ve ancak daha da dolu, daha da anlamlı bir başka varoluş biçimi olabilir.
Belki de bu sözler,
hepimizin kendi iç dünyamıza dönüp, yalnızlığımızın bizde ne kadar değerli olduğunu sorgulamamız için bir davettir.
Ve eğer yalnızlığımız bu kadar değerliyse, onu terk etmek için elimize ne kadar kıymetli bir şey gelmeli, bir kez daha düşünmeliyiz.
Yorumlar
Kalan Karakter: