Evlat hasretinin bir fotoğrafı olsaydı, herhalde bundan daha güzel anlatılamazdı. Gelin, size bu fotoğrafın hikâyesini anlatayım...
Eğitim salonunu hazırlamış, kamerayı yerleştirmiştim. O sırada gözüme bir çocuk takıldı; annesi bizim personelimizdi. Her gün bana öyle sımsıkı sarılırdı ki, bir evladım olsa ancak bu kadar sevilirdi. Annesi çalışırken genelde yanıma gelirdi. O gün de eğitim sırasında yanımda ders dinlerken uyuyakalmıştı. Herkes gitti, salonu kapatacaktım ama öyle güzel uyuyordu ki kıyamadım, uyandıramadım. Yanına oturdum, onu gözlerimle severek, hayranlıkla izledim.
İçimden şöyle geçiriyordum: “Eğer erken evlenmiş olsaydım, kendi yuvamı kursaydım, kim bilir şimdi kaç tane evladım olurdu.” Hani bazen diyorum ya; hayatta dikili bir taşım, arkamdan dua edecek bir evladım bile yok. Yalnız hissettiğimde kapısını çalabileceğim, dertleşebileceğim bir canım yok...
İlk Travmalar ve Kayıplarım;
Beyza doğduğunda hemşire onu kucağıma bıraktığında o kadar çok ağlıyordu ki, "Göbeği fıtık olacak" demişlerdi. Hemşireden aldığımda yaşlı gözlerle bana baktı. Şaşkındım, kime benzediğini anlamaya çalışıyordum. O ağlayan bebek birden bana bakıp gülümsemeye, cilve yapmaya başladı. Belki de o an anlamalıydım onun ne kadar cana yakın bir bebek olacağını...
Ben ağlamaya başladım çünkü çocukları çok seviyordum. Üç kardeşimi bebekken kaybetmiştik ve birinin ölümüne bizzat şahit olmuştum. Bu benim ilk ve en ağır travmamdı, hâlâ unutamıyorum. Sekiz aylık bir bebek canını teslim ederken bu kadar mı zorlanırdı? Annem, pamuğa döktüğü zemzemle sürekli dudaklarını ıslatıyordu. Doğumda zatürre olduğu için iyileşememişti. Hastaneden çıkardığımızda doktorlar, "Umut yok, evde ağrısını hafifletin yeter" demişlerdi.
Annemin zatürre olup hastaneye acil yatırıldığı dönemde, kardeşimin acısını hatırladığımda her şeyin üzerine katlanmıştı. Öyle çaresiz, öyle yalnız ve kimsesiz hissettiğim bir andı ki, kelimelerle anlatmam imkânsız.
Hayatın Zor Sınavlarını bu dönemde yaşamıştım sanki çıldıracak gibi hissetmiştim.
Akrabalarımız, düğün altınları yüzünden bizden uzaklaşmış, adeta düşman olmuşlardı. Babam hepsini hayatından silmişti. Ben evlenmedim diye, babamın zamanında onların çocuklarına taktığı tüm altınları "ödeşmeme" kararı alarak hakkımı gasp etmişlerdi. Emekli bir adamın dişinden tırnağından artırıp taktığı o altınlar, sıra bize gelince "altın pahalandı" denilerek geri verilmedi. Hani domuz eti yemekten korkuyoruz ya, kul hakkını nasıl bu kadar kolay görmezden geliyoruz?
Oysa mal canın yongasıydı. Tıpkı evimizdeki yetim çocuğun, annemin parmağındaki yüzüğün, kardeşimin ödünç altınlarının bir gecede çalınması gibi... Her şey buhar olup uçmuştu. Annem ve babam buna nasıl dayanabilirdi? Çocuklarının geleceği dedikleri her şeyi kaybetmişlerdi. Babam hakkını aradığında ise yine o kötü adam ilan edildi.
Emanete Anne Olmak da cabasıydı.
Kardeşimin iki ağır boşanma dönemi geçirmesi ve Beyza’nın bu süreçten hasar almaması için verdiğim mücadeleler... Kendi evladım yerine koyup büyüttüğüm bir çocuğu, sırf kendi yuvamı kuracağım diye başkasına nasıl emanet edebilirdim? Annesinin doğumda bıraktığı bir çocuğu, annesi bildiği halası nasıl bırakırdı? Bir travma, bir güvensizlik daha yaşatamazdım ona. Tıpkı bebekken, "Ya annesi bir gün alıp götürürse ben ne yaparım?" diye gözü yaşlı gidişim gibi...
Annem hastaneye yattığında Yiğenimi kundağa sarar, Diyanet’teki nöbetlerime götürürdüm. Personel odasında mamasını içirir, kucaklarda oda oda gezdirirlerdi. Destek personeli arkadaşlar bezini değiştirir, bana bile bırakmazlardı. Başkanlarımız Ali Bardakoğlu ve Mehmet Görmez dönemlerinde, her iki hocam da "Bu çocuk kurumun rızkıdır" derlerdi. Makam odasında Başkanın masasına emeklerdi; bazen korumalar, bazen özel kalem getirirdi onu. Emine Hanım ve Hatice Hanım onu kendi evlatları gibi gördüler. Empati kurmayı bana onlar öğretmişti. Bir makamda bu kadar merhamet görebilmiştim. Kapıdan girdiğimde hep "Annen baban nasıllar? Kızımız bugün yok mu?" sorularıyla karşılanırdım.
Şimdi düşünüyorum da; şimdiki Başkanlar aynı empatiyi gösterir miydi? Emin değilim...
Doğurmak mı, Anne Olmak mı?
Fotoğraftaki uyuyan çocuğu izlerken, annesi etkilenip fotoğrafımızı çekmiş ve şöyle demişti: "Allah sana kız evladı sevdirdi Nur Hanım, emin ol sen en güzel annesin." Emanete anne olabilmek, gerçekten her yüreğin harcı değildi.
Bana "Yılın Annesi" ödülünü verdiklerinde İstanbul'a gittim. Trende tek başıma yolculuk ederken saatlerce içli içli ağlamıştım. Allah anneliğimin derinliğini biliyordu ve ben kadınlara "doğurmakla anne olunmayacağını" bir kez daha anlatma fırsatı bulacaktım. Plaket almak, birilerinin bu emeği fark etmesi demekti. Allah’ın bilmesi elbette yeterliydi ama yorgun bir gönül bazen kulun da takdirini, hakkının teslimini bekliyor...
Fakat sonra bir gün, dini bütün bildiğim bir arkadaşımdan şu sözü duydum: "Sen doğurdun mu ki anne olasın? Allah doğuranlara anne diyor. Sana neden annelik ödülü verilsin? Başkan ricayla mı aldırdı sana?"
Şoka girdim, afalladım. Kalbimi söküp hançerleseler bu kadar canım yanmazdı. Cevabı yine Başkan ve çevredekiler verdi: "Nur Hanım'ın Beyza ile olan hikâyesini dünya duydu. Siz bir gazeteci ve Kadın Kolları Başkanı olarak hayatıyla takdir toplamış birine nasıl böyle dersiniz? Bir cahilin lafına mı bakıyorsunuz?"
En Büyük Hazine ne derseniz?
O gün 48 kadına ödül verdiğimiz törende, aslında Başkan, o ödülü bana da vermeyi planlamış Cihanurla sürpriz yapacaklarmış ama aksilikler olmuştu yapamamışlar. Varsın olmasın... Başkanın emeğimi düşünmesi, hakkımı koruması, kadınları mutlu etmek, yorgunluğumu almış bana yetmişti.
Şimdi bu saatte düşünüyorum da; en büyük servetim sabahlara kadar kadınlar, çocuklar, engelliler ve ihtiyaç sahipleri için çalışmakmış. Kimseyi kırmadan, herkesi mutlu ederek en iyisini koordine etmek benim gönül haneme yazıldı. Hiçbir emeğin ve samimi dokunuşun maddi bir karşılığı olamazdı. Yürekleri kazanmak; iyi, dürüst, ahlaklı ve adaletli anılmak benim için en büyük hazinedir. Görevimi çok severek yaptım. Çok uykusuz kaldım, çok yoruldum, bazen ağladım ama çok mutlu oldum.
Herkesin ulaşamayacağı o büyük başarıya ulaştım: Gönüllü çalışıp gönüllere girdim.
Vesselam...
Nur Delice
Ülke Postası Ankara temsilcisi
Yorumlar
Kalan Karakter: