Ortadoğu coğrafyası bir kez daha kıskaca alınıyor. Bugün Tahran’a düşen bombalar, yalnızca bir başkentteki hedefleri değil, tüm bölgenin geleceğini hedef almaktadır. Bu saldırıların görünürdeki gerekçeleri her zamanki gibi çeşitlidir: nükleer programlar, güvenlik tehditleri, bölgesel hesaplaşmalar… Ama gerçek çok daha derindedir. Yaşananlar, yüz yılı aşkın süredir adım adım uygulanan emperyalist bir planın devamıdır. Adına “Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme” denilen bu plan, esasen kadim halkları birbirine düşürerek bir boşluk yaratma ve o boşluğun ortasına Büyük İsrail’i yerleştirme hedefini taşımaktadır.
Ortadoğu’nun haritası uzun süredir cetvellerle değil, kanla çizilmektedir. Filistin’in işgaliyle başlayan, Irak’ın parçalanmasıyla devam eden, Suriye’nin çökertilmesiyle hız kazanan süreç bugün İran’ın kuşatılmasıyla yeni bir evreye girmiştir. Her saldırı, bir öncekini meşrulaştıracak bir zeminle hazırlanmakta, bölge halkları mezhepler, etnik kimlikler ve siyasi hizipler üzerinden birbirine düşürülmektedir. Ama artık anlamalıyız ki; bu yangın yalnızca bir ülkenin sınırları içinde kalmayacak, er ya da geç Türkiye’yi de içine alacaktır. Ve bunu görmek için artık ne siyasi hesap yapmaya, ne de duygusal reflekslerle savrulmaya hakkımız vardır.
Bu bir mezhep savaşı değildir. Bu bir etnik çatışma değildir. Bu bir hakimiyet mücadelesidir. Ve bu mücadelede hedef, Ortadoğu halklarının özgürlük arayışı, bağımsızlık direnci ve medeniyet birikimidir. Emperyal akıl, bu coğrafyada bir daha ayağa kalkamayacak bir kırılma yaratmak istemektedir. Bunun için önce birlik zeminlerini yok etmekte, ardından ulusları içe kapalı, çatışmacı ve bağımlı yapılar hâline getirmektedir. Bugün İran’ı hedef alan irade, geçmişte Irak’ı üçe böldü, Suriye’yi şehir şehir dağıttı, Lübnan’ı iç savaşlara mahkûm etti. Ve şimdi aynı merkezden, aynı akılla Türkiye’ye yönelmeye hazırlanmaktadır.
Türkiye yalnızca coğrafi konumuyla değil, tarihi sorumluluğu ve kültürel hafızasıyla da bu oyunun merkezindedir. Çünkü Türkiye yalnızca bir ülke değil; bu coğrafyanın geçmişidir, vicdanıdır, direncidir. Eğer Türkiye düşerse; sadece Anadolu değil, tüm bölge düşer. Eğer Türkiye ayakta kalırsa; sadece kendi sınırları değil, Kudüs, Şam, Bağdat, Musul, Halep de nefes alır.
Bu yüzden bugün yeniden bir “birlik vizyonuna” ihtiyaç vardır. Tıpkı Çanakkale’de olduğu gibi…
Çanakkale bir cephe savaşından çok daha fazlasıdır. Orada Türk, Kürt, Arap, Acem, Çerkes omuz omuza vatanı savunmuştur. O gün dışarıdan gelen işgal gemilerine karşı verilen mücadele, bugün zihinleri işgal eden propagandalara, suni düşmanlıklara, içimize sokulan ayrılıklara karşı verilmelidir. Çünkü artık cepheler sınırda değil; ekranlarda, sosyal medyada, ekonomik sistemde, kültürel baskılarda kurulmaktadır.
Bugün ihtiyaç duyduğumuz şey; mezheplerin ötesinde bir kardeşlik, etnik kimliklerin ötesinde bir millet bilinci, sınırların ötesinde bir dayanışma ruhudur. Bu topraklar bunu yapabilecek kapasiteye sahiptir. Çünkü bu toprakların mayasında kardeşlik, birlikte yaşama kültürü ve ortak acıların getirdiği derin bir tecrübe vardır.
Büyük İsrail hedefi, emperyal aklın yüzyıllık düşüdür. Ama bu düşü kâbusa çevirecek olan biziz. Türkiye olarak, sadece kendi ayakta kalışımız için değil, Irak’ın birliği, Suriye’nin toparlanması, Filistin’in özgürlüğü, İran’ın bağımsızlığı, Lübnan’ın huzuru için de mücadele vermeliyiz. Bu, siyasal bir seçenek değil; tarihsel ve ahlaki bir sorumluluktur.
Bu coğrafyanın geleceği; başkalarının haritalarında değil, bu toprakların evlatlarının kalbinde, aklında ve birliğinde yeniden yazılacaktır. Artık vakit; geçmişte yapılan hatalardan ders çıkarıp, geleceği ortak akılla inşa etme vaktidir. Biz ne kadar bölünürsek, onlar o kadar büyür. Biz ne kadar birleşirsek, onların planları o kadar küçülür.
Saygılarımla,
Ahmet Ağca
Beydili Türkmen Derneği
Yönetim Kurulu Başkanı
Yorumlar
Kalan Karakter: