Türkiye’nin gücünü yalnızca topçu ateşi, tank sayısı ya da sayıların soğuk matematiğiyle ölçmek mümkün değildir. Gerçek güç; teknolojiye hâkimiyette, sanayiyi seferber etmede, kendi ordusuna güven verecek savunma araçlarını üretmede ve en önemlisi bağımsız karar alabilme iradesinde saklıdır.
Son dönemde Katar gibi bazı ülkelerin Batı kaynaklı hava savunma çözümlerinin, İsrail menşeli füzelere karşı zorlandığını gördük. Bu tablo, bize yalnızca bir askeri gerçeği değil; aynı zamanda teknolojiye dışa bağımlılığın bir güvenlik açığına nasıl dönüştüğünü çarpıcı biçimde göstermektedir. Bu, milletimiz için uyanışa vesile olmalı; sorgulamaya, yeni yollar aramaya zorlamalıdır.
Savunma yalnızca savunma değildir. Savunma; caydırıcılıktır, egemenliktir, geleceğe yatırımdır. Bu nedenle artık masaya “daha ileri teknoloji” koyabilen, entegre ve katmanlı bir hava savunma mimarisine sahip olmak lüks değil, milli bir zorunluluktur. Strateji üreticileri, savunma bürokrasisi ve siyasetçilerimiz bu gerçeği önceliklendirmek zorundadır. Çünkü bir ülkenin sınırlarını koruyan, göğsünü kabartan en önemli unsurlardan biri, havadan gelecek tehditlere karşı sergilenen teknolojik mukavemettir.
Bizim hikâyemiz ise tesadüflerle yazılmadı. Yerli İHA/SİHA programlarımız, bir mühendislik başarısından öte; stratejik öngörünün de eseridir. Bayraktar TB2 başta olmak üzere sahada elde edilen sonuçlar, Türkiye’nin savunma sanayiinde ne denli hızlı öğrenip üretim kapasitesini artırdığını tüm dünyaya kanıtladı. Bu başarılar, yalnızca askeri değil; aynı zamanda diplomatik ve ekonomik bir güç unsuru hâline gelmemizi sağladı.
Bugün geldiğimiz noktada, artık tek tek sistemlerden öteye geçiyoruz. “Çelik Kubbe” benzeri katmanlı hava savunma konseptleri, teknik bir gelişme değil; stratejik bir sıçramadır. Kısa, orta ve uzun menzilli tehditlere karşı koordine edilmiş bir cephe inşa etmek, sadece bizi değil; bölgesel güvenlik dengelerini de yeniden yazacak bir adımdır.
Bir diğer kilometre taşımız da milli muharip uçağımız KAAN’dır. KAAN yalnızca bir savaş uçağı değildir; ileri mühendislik, yazılım, üretim ve tedarik zinciri yetkinliğimizin nişanesidir. Bu projeler ucuz değildir; ama bağımsızlığın bedelini ödemek, devlet olmanın kaçınılmaz şartıdır.
Ekonomik veriler de bu gerçeği teyit ediyor. 2024’te savunma ihracatında kırılan rekor, yerli ürünlerimize olan küresel talebin arttığını gösteriyor. Bu, Türkiye’nin yalnızca sanayi başarısı değil; aynı zamanda stratejik iş birliği merkezi olma potansiyelinin de delilidir. Artık devletler yalnızca silah satın almıyor; bilgi, üretim ve ortak geliştirme kapasitesi arıyor. İşte Türkiye tam da bu ihtiyacın adresidir.
Komşularımız ve bölge ülkeleri için Türkiye ile savunma iş birliği kurmak, hem askeri hem de endüstriyel açıdan akılcı bir tercihtir. Çünkü biz yalnızca ürün satmıyoruz; know-how, üretim kapasitesi, eğitim, bakım, lojistik ve entegrasyon desteği sunuyoruz. Güçlü bir savunma endüstrisi doğru kullanıldığında, yalnızca savaşı değil; barışı da garanti altına alır.
Kamuoyuna düşen görev açıktır: Yerli İHA, SİHA, hava savunma projeleri ve KAAN gibi programları bir tüketim malı değil; bir milletin bağımsızlık sigortası olarak görmek. Medya, akademi, sivil toplum ve siyaset; ortak akılla bu projeleri anlatmalı, sahiplenmeli ve büyütmelidir.
Elbette eleştiri olacaktır. Eksikler, gecikmeler yaşanacaktır. Ama eleştiri “yıkmak” için değil, “geliştirmek” için yapılmalıdır. Bizim yolumuz; iç üretimi güçlendirirken, stratejik ortaklıklarla daha dayanıklı bir savunma ekosistemi inşa etmektir. Dışa bağımlılığı azaltmak, artık yalnızca bir hedef değil; bir varoluş meselesidir.
Tarih, güçlü, özgür ve onurlu olmayı seçenleri yazar.
Bugün savunma sanayiinde attığımız adımlar, yarın çocuklarımıza bırakacağımız en güvenli mirastır.
Türkiye; başkalarının sunduğu çözümlere muhtaç bir alıcı değil, kendi kaderini çizebilen, teknoloji üreten bir aktördür.
Bu gerçeği görmek, anlatmak ve arkasında durmak hepimizin millî görevidir.
Strateji Uzmanı
Gazeteci Yazar
Gökalp Şentürk
Yorumlar
Kalan Karakter: