Aynayı Artık Kendimize Tutmanın Vakti Gelmedi mi?
Son yıllarda hızla artan boşanma oranları, sadece aile yapısını değil, toplumun manevi ve kültürel dokusunu da tehdit ediyor. Boşanmanın asıl sebeplerini şehirleşme, teknoloji ya da bireysel özgürlüklerde ararken; en kritik noktayı gözden kaçırıyoruz: Suçlamaların ardında yatan psikolojik ve toplumsal dinamikler!
Bugün hukuki düzenlemelerde “kadının beyanı esastır” ilkesi, erkeği savunmasız bırakıyor. Ancak mesele bununla da bitmiyor. Kadının beyanı, yalnızca bir anlatı değil; bazen de erkeği suça iten bir kışkırtmanın sonucudur. Kadının önce erkeği suçun eşiğine sürüklemesi, sonra da bunu belgeleyerek “delil” olarak sunması; adalet terazisini iyice şaşırtıyor.
Bu durum, aile mahkemelerinde çoğu zaman göz ardı ediliyor:
• Kadının erkeği provoke ettiği, psikolojik baskı uyguladığı veya tahrik ettiği noktalar soruşturulmuyor.
• “Kadın delil sundu” denilerek, erkeğin suça itildiği gerçeği görmezden geliniyor.
• Suç ve delil arasındaki nedensellik bağı tek taraflı bakış açısı nedeniyle karartılıyor.
Bu yaklaşım, erkeği hem psikolojik hem hukuki olarak savunmasız bırakıyor. Kadın, sunduğu delillerle “haklı” ilan ediliyor; ama o delillerin nasıl oluştuğu, hangi kışkırtmaların sonunda doğduğu sorgulanmıyor. Böylece aile mahkemeleri, hakkaniyeti değil; tek taraflı adaleti tesis eden bir yapıya dönüşüyor.
Oysa sağlıklı bir aile düzeninde:
• Kadın ve erkeğin birbirini tamamlayan unsurlar olduğu unutulmamalı.
• Suçun yalnızca “sonuç” kısmı değil, nedenleri de derinlemesine araştırılmalı.
• Kadının sunduğu deliller kadar, erkeğin “suça nasıl itildiği” de dikkate alınmalı.
Günümüzde “modern yaşam” adı altında teşvik edilen bireyselleşme ve güvensizlik ortamı, aileyi paramparça ediyor. Ekran bağımlılığı, hormon dengesini bozan ürünler, kopyalanmış yaşam tarzları derken; gerçek bir sevgi, güven ve fedakârlık kültürü yerine rekabetçi bir cinsiyet savaşı ortamı oluşuyor. Sonuçta:
• Erkek susturuluyor, kadının beyanı mutlak doğru sayılıyor.
• Kadın yalnızlaşıyor, erkek toplumdan dışlanıyor.
• Çocuklar ise ortada kalıyor; en büyük mağduriyeti onlar yaşıyor.
Peki Çözüm Nerede?
• Devlet, yalnızca bir tarafı değil; aile bütünlüğünü esas alan bir adalet anlayışını benimsemeli.
• Kadının delil sunması önemli, ama o delillerin nasıl ve hangi koşullarda oluştuğu da mutlaka araştırılmalı.
• Erkeği suça iten psikolojik kışkırtmalar, evlilik içi iletişimsizlik gibi derin meseleler göz ardı edilmemeli.
• Aile içi huzuru ancak karşılıklı adalet ve saygı ile yeniden inşa edebiliriz.
Unutmayalım ki aile, yalnızca kadının ya da erkeğin değil; herkesin huzuru ve mutluluğu için vardır. Boşanmanın sırrı aynada: Kendi değerlerimizi, fıtratımızı ve adalet terazimizi gözden geçirmedikçe; boşanmalar artmaya, çocuklar ortada kalmaya devam edecek.
Yorumlar
Kalan Karakter: