Ülkemizin bugünkü durumunu açık biçimde dile getirecek olursak, kaçınılmaz olarak iç karartıcı bir tablo çizmek zorunda kalacağım. Ancak, bunu yapmak, bugünü belirleyip geleceğe not düşmek için çaba harcayan vatanperver bir kadro olarak bizlerin görevidir
Türkiye’nin bugünkü durumu, kısaca şöyle özetleyebiliriz:
Türkiye’de, 1946’yla başlayan 1997 yılından sora yoğunlaşan siyasi ve ekonomik uygulamalar, askersiz işgali anlatan bir teslimiyet öyküsüdür. Küresel saldırının ulus devletleri yıkıma götüren en gelişkin örneğidir. Kurgusu, hazırlığı ve uygulaması mükemmeldir. Yalnızca Türkiye’nin değil, emperyalist saldırıdan korunmak isteyen ezilen ulusların tümünü ilgilendirir.
Türkiye’de 1997-2017 arasında yaşananlar; bilinmeden, akılda tutulmadan ve karşı tutum belirlemeden, emperyalizme karşı savaşımda başarılı olunamaz, ulusal bağımsızlık sağlanamaz.
Son 22 yılı, Atatürk’ün ölümüyle başlayan ve yoğunlaşarak günümüze dek süren 86 yıllık geri dönüş sürecinin son aşaması; yıkımın gerçekleştirildiği final dönemi olarak değerlendiriyoruz. Bu dönem unutulmamalı, tutum ve davranışlar buna göre belirlenmelidir.
Ülkemiz, askeri değil ama askeri işgalin amacı olan, siyasi ve ekonomik işgal altındadır. Sevr, toprak paylaşımı dışında hemen tüm maddeleriyle, üstelik daha kapsamlı olarak uygulanıyor. İşbirlikçiler aracılığıyla yönetime el konuyor, ordu dağıtılıyor. Devletin Cumhuriyetçi ve laik yapısı yıkılıyor, yerine ılımlı İslam adı verilen kişi egemenliğine dayalı, ulusalcılığı yadsıyan gerici çağ dışı bir yapı kuruluyor. Topraklar şimdilik silahla el değiştirmiyor ancak yabancıların toprak satın almasıyla Anadolu’da hızlı bir mülkiyet değişimi yaşanıyor. Ulusu ilgilendiren hemen her önemli karar ülke dışında alınıyor, içerde eksiksiz uygulanıyor. Ulusal sanayi çöküyor, tarım yok oluyor. Yeraltı-yerüstü varsıllığımızı, dilediğimiz gibi kullanma özgürlüğüne sahip değiliz. Ulusal değerler korunmuyor, kültürel bozulma yaygın. Emperyalizmin örgütleyip eğittiği etnik ve dinsel terör, Türk Ulusuna kafa tutuyor.
Milyonlarca Suriyeli, Anadolu’nun değişik bölgelerine, kimliklerini korumaları sağlanarak topluluk halinde yerleştirilmiştir. Kent varoşlarında, ilerde suç örgütlerine yataklık yapacak Suriyeli mahalleleri oluşuyor. Kırsal alanda, genellikle Alevi yurttaşlarımızın yaşadığı yerlere yerleştiriliyorlar. Aleviler, evlerine işaretler konularak tedirgin ediliyor ve göçe zorlanıyor. Orta Anadolu'da yeni bir Türksüzleştirme girişimi gelişiyor..
Suriyeliler, Türk yaşam biçimine uyumsuz gelenekleriyle, kültürel bozulmanın taşıyıcıları oluyor... Verilen ayrıcalıklar, vatandaş olsalar de sürecek, koloniler halinde ülkenin değişik yörelerinde yaşayacaklardır. Bu insanlarla, kültürel düzeyi düşük, eğitimsiz yeni bir azınlık kitlesi yaratılacaktır... Giderek büyüyen bu kitle, örgütlenmeye başlayacak ve anadilde eğitim adıyla Arapça eğitim isteyecektir. Bu istek, müfredata Arapça dersi koyarak Türk Milli Eğitimini Araplaştırma yönünde büyük adımlar atan bugünkü yönetim tarafından yerine getirilecektir... Diyanet, Suriyelilerle yeni bir mezhepsel kitle bulacak ve bu kitleyi amaçları yönünde kullanacaktır. Diyanet İşleri Başkanlığı, şimdiden, Türkiye’ye gelen bin Suriyeliyi 'alim' ve 'ilahiyatçı' olarak kabul etmiştir. Bunların; 'tarih, tefsir, hadis' gibi konularda Türkiye’ye katkı yapacağını açıklamış, vatandaşlığa geçirilmelerinin geciktirilmemesini istemiştir... Sığınmacılar, yurttaşlık hakkı aldıktan sonra örgütlenecek ve giderek artan isteklerde bulunarak, yurt dışıyla bağlantılı siyasi çalışmalar içine gireceklerdir. Bu eğilimin ön uygulamaları şimdiden başlamıştır. Bin adet genç Suriyeli sığınmacı, bir dini vakıf aracılığıyla ABD tarafından yurt dışında eğitilmiş ve geri getirilmiştir. Türkiye’de yaşayan Arapların partileşme çalışmalarını yürüten 'Beyt Nahreyn Arap Arami Birliği' adlı örgütün sözcüsü Mim Yavuz Binbay; Türkiye’de 8 milyon Arap ve Arami yaşadığını ve diğer halklar gibi 'anadilde eğitim' hakkı başta olmak üzere, tüm hakların verilmesini istemiştir. Binbay, ayrıca, partileşme kararı aldıklarını, partileşme çalışmalarını yürütmek üzere bir komisyon kurduklarını açıklamıştır...
Parayla donatılmış yerli ya da yabancı misyonerler, bu ülke için bir şeyler yapmaya çalışan yurtseverlerden daha geniş olanaklarla serbestçe çalışıyor. Ulusal haklara saldırmada, hiçbir sınır tanınmıyor. Vatanseverlik baskı altında; ihanet getirisi yüksek bir meslek durumunda. Halk, yoksul ve umutsuz. Karamsar bir edilgenlik yayılıyor. Basın yalanı yayıyor. İşgal İstanbul’u koşulları sanki yeniden yaşanıyor.
Türkiye, bugün 1938’in değil, 1919’un koşullarını yaşıyor. Gizli işgale dönüşen dışa bağımlılık, ulusal varlığı yok etmeye yönelen kalıcı sorunlar yaratıyor. Durumun ayırdına varanlar, henüz yeterince örgütlü değil. Gelinen noktanın sorumluluğunu taşıyan politikacılar, yadsımadıkları bu gerçeği, “küresel çağın zorunlu sonucu” ya da “karşılıklı bağımlılığın kaçınılmazlığı” olarak meşrulaştırmaya çalışıyor. Yoksullaşan örgütsüz halk, dostu düşmanı seçemiyor. Ekonomik çöküntüyle yaratılan kavram karmaşası ve yoksullaşma içinde Türkiye, göz göre göre dağılmaya götürülüyor.
Türkiye bugün, çözülüp dağılmakta olan bir ülkede görülebilecek olumsuzlukların hemen tümünü yaşıyor. Toplumu ayakta tutan değerler yitiriliyor, ahlak ve adalet duygusu bozuluyor. Birlik ve dayanışma ortadan kalkıyor, yolsuzluk olağan devlet işleyişi haline geliyor. Ülkemiz, girdabı bol bulanık sulara sürükleniyor.
Türkiye’yi, bugün bu halde görmek, bizlere acı veriyor. Büyük bir mücadeleyle elde edilen ve toplumu aydınlık bir geleceğe taşıyan Devrim, çok kazanıldı ama kolay yitiriliyor. Silahla sağlanan bağımsızlık, barış(!) içinde karşıtına dönüştürüldü.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra girilen bir çok ilişki ağı, Türkiye’yi yarı sömürge bir ülke yaptı. Önderini erken yitiren ve kendisini koruyacak kadroyu yetiştirmeye zaman bulamayan Devrim, zamanla yayılmış karşı devrim uygulamalarıyla ve bir programa bağlı olarak ortadan kaldırıldı. Türk Devrimi, olağanüstü bir olaydır ama bu devrimin bu denli kolay yitirilmesi de olağanüstü bir olaydır.
Günümüzün somut gerçeği, ne yazık ki budur.
Bundan dolayıdır ki;
Mustafa Kemal Atatürk ile, İstiklal Savaşıyla, Cumhuriyetin Kuruluş ilkeleriyle sorunu olmayan her Türk vatandaşının bu ortak paydada bir çatı altında toplanıp örgütlenerek ülke yönetiminde bende varım demesi bir tercih değil, tarihi bir zorunluluktur...
Saygılarımla arz ederim.
Atakan ACAR
Millî Yol Partisi Kayseri İl Teşkilat Başkanı
Yorumlar
Kalan Karakter: