İSTİHBARAT BELDEN AŞAĞI VURURSA?

Editör: Ülke Postası Haber Sitesi
20 Nisan 2025 - 13:35
İSTİHBARAT BELDEN AŞAĞI VURURSA?
Silivri’de MİT Başkanı Orgeneral Teoman Koman’a, ‘bizlere neden iftira atılıyor, devlet eliyle kumpas kuruluyor’ diye sordum. O da…
Yazan Mustafa DÖNMEZ
İstihbarat sistemlerinin kim ya da kimler için ne amaçla, hangi hedefler için kimlerle çalıştığı belirsizdir. İç ve dış tehdide yönelik faaliyette bulunan istihbarat kuruluşlarının amaç ve hedefte sapma yaşaması kaçınılmazdır. Dünyanın önde gelen devletleri, o devletin etkinliğine odaklanmış istihbarat kuruluşları ile vardır. CIA, MOSSAD, MSS, FSB, BND, MI6’in Türkiye’deki ilişkiler ağı, NATO, GLADYO yapılanması bilinmeden, Türkiye’deki iktidar mücadelesini, bölgesel ilişkilerini anlamak zordur. Küresel yapılanmalar aynı zamanda istihbarat ağının da şekillendiricisi ve uygulayıcısıdırlar. Başta Orta Doğu, Balkanlar, Kafkasya bölgesi olmak üzere dünya coğrafyası için verilen egemenlik savaşında, vesayet altına alınmak istenen ülkelerde öncelikli olarak gizli servisler yerleşmekte ve yarışmaktadırlar. İstihbarat örgütleri ve faaliyetleri rejimle doğrudan ilişkilidir. Kazanan ya da kaybeden istihbaratçıların savaşı bir milletin varlığının ya da yok oluşunun da başlangıcının göstergesidir.
Hıyanetle vatanseverliğin en açık yaşandığı alan istihbarat alanıdır. Sadece istihbaratçılar açısından değil, devleti yönetenlerin de ikbal ve iktidar için siyasi, ekonomik alanlarda yabancı ülke devlet yetkililerine bilerek veya bilmeyerek casusluk yaptıkları da bir gerçektir.
Yabancı istihbarat örgütleri için başka bir ülke insanını tespit edip seçerek kullanmak eski bir uygulamadır. Bu ya siyasetçidir ya gazetecidir ya sivil toplum mensubudur ya iş adamıdır ya da akademisyendir. Yabancı örgütlere en çok çalışan kesimler de bu alanlardakilerdir. İstihbarat örgütleri paravan şirketler yoluyla da finans elde ederler ve bunu örgütlü faaliyetlerde kullanırlar. İstihbarat faaliyeti; ciddi, yetenekli, bilinçli, idealist, birikimli uzmanlar, kaliteli yöneticiler gerektirir.
İstihbarat örgütleri zaman zaman etkin güç odakları tarafından kullanılabilir. Özellikle siyasi çekişmelerin yoğun olduğu dönemlerde ise bocalama dönemine girerler. İstihbarat için kullanılan temel olgu gizliliktir. Ancak bunun; kim için, nasıl, nerede, ne şekilde olduğu sürekli tartışma konusudur. İstihbarat örgütleri genellikle komplo peşinde koşan örgütler olarak da algılanır.
Türklere Orta Asya steplerinden başlayarak üç kıtada devletler kurduran, esaret altında yaşamasını önleyen, 600 yıl süren imparatorluk kurduran, çağ açtıran, “istihbarata verdiği” önemdir. İstihbarat eksikliği, akçeli işlere karışma/ bozulma, kişiye hizmet ise devletlerinin yıkılmasının nedenlerinden biri olmuştur.
Bugün yukarıda sıralanan etkin istihbarat servisleri, hedef ülkeleri yöneten grubun her türlü özel aile bilgilerini elde tutarak milli menfaatlerinden ödün alınmasında kullanılan bir araca dönüşmesi sıradan rutin bir uygulama olmuştur.
Hükümetler bu duruma düştüğünde derhal istifa etmelidir. Aksi durum, vatana ihanetten yargılanmalarını getirebilir. Çünkü gizli servisler ve onları yönetenler fırsatları kaçırmazlar. Şantaj ve tehditlerle sürekli artan bir biçimde milli meselelerde ödün almak isterler. İstihbarat faaliyetlerinin temelini oluşturan bilgidir. Bu belden aşağı bilgiyi elinde tutan neyi amaçlamışsa onu gerçekleştirebilme olanağına sahip olur.
GİZLİ TANIK VE MUHBİR
Muhbirlik yasa üstü bir kurumdur. Muhbirliğin ne yasası var ne de genelgesi vardır. Hrant Dink suikastına adı karışan Erhan Tuncel’in polis muhbiri olduğunun açıklanması, ‘Ergenekon’ davasının kilit ismi Ali Yiğit’in de muhbir olduğu iddiaları, bu kurumu tartışmaya açtı. İstihbarat birimleri tarafından sık sık kullanılan “muhbirlik” sistemine ilişkin hiçbir yasal düzenleme yoktur. Emniyet ve diğer güvenlik birimleri, “gizli” yönetmeliklerle sisteme işlerlik kazandırıldığını açıklıyor ancak bugüne kadar bu yönetmelikleri ne gören ne de duyan oldu.
Gizli tanık uygulaması yeni bir ajan türü ortaya çıkarmıştır. Ergenekon gibi soruşturmalarda bugün de olduğu gibi gizli tanıklara dayalı soruşturmalar yürütülmüştü. Duruşmalarda gizli tanıklar, intikam hissi içinde olanların tercih ettiği korumalı, güvenceli, maaşlı bir alan haline gelmişti. Yargıtay 8. Dairesi de kovuşturma sırasında gizli tanık beyanlarının hükme esas alınmayacağına karar verdi. Duruşmalarda sanığın tanıkla yüzleşmesi gerekirdi. Yapılmadı.
Gizli tanık, adil yargılamada eşitlik ilkesine aykırıdır. Türkiye’de ilk kez Ergenekon davası duruşmalarında gerçekleştirilmiş olan ‘Gizli Tanık’ uygulaması tartışmaları da beraberinde getirecekti. Ergenekon kumpas davalarında Gladyo’ya karşı mücadele verenler Gladyo olmakla suçlanmıştı. Ortada 180 derece bir saptırma (yansıtma) vardı. Öyle ki sağa sola mühimmat koyduran sonra yerel kolluğa bulduran kirli istihbaratçılardı. Ne ilginçtir ki duruşmalarda isim isim açıkladığım kişiler ancak 15 Temmuz kalkışmasında! Yakalanmışlardı.
O günkü bize reva görülen uygulama adil yargılamadaki silahların eşitliği ilkesi yönünden tartışmaları beraberinde getirmişti. Ergenekon kumpas davasında gündeme gelen ve verdikleri ifadeler iddianamede genişçe yer bulan gizli tanıkların durumu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve mahkeme kararları yönünde tartışmalara neden olabilecek özellik taşıyordu. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ‘Adil Yargılanma Hakkı’ başlıklı 6. maddesinin 3. fıkrasının Sanık Hakkını Düzenleyen (d) bendinde, “İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında çağrılmasının ve dinlenilmesinin sağlanmasını istemek” şeklinde hüküm altına alınmıştı. Bu aynı zamanda adil yargılanma açısından kanıtların değerlendirilmesi konusuna ilişkin bir ilkeyi de ortaya koyuyor. Çünkü ‘Ergenekon’ davası iddianamesinde yer alan bazı iddialar gizli tanıkların ifadelerine dayandırılmaktaydı. Bu ifadeler delil olarak kabul ediliyorsa, duruşmada sanığın tanıkla yüzleşmesi ve ona soru sormak olanağını bulması gerekiyordu. Bu silahların eşitliği yani savunmanın iddia makamıyla eşit olanaklara sahip olması ilkesinin bir gereği idi. Soruşturmayla ilgili bilgi servisi yapılmıştı. Bununla hem soruşturma yönlendirilmiş hem kamuoyu baskısı oluşturulmuştu. Ancak şu bir gerçek ki iddialı olarak piyasaya sunulan soruşturmaların, gizli tanıklara bırakılacak bir tarafı yoktu. Kimi gizli tanıklarının ifadelerine dayanılarak iddianame hazırlanması, kamuoyu vicdanında soruşturmanın sağlıklı olarak yürütüldüğü inancı doğurmamıştı. Yasaya göre: gizli tanıkların kimliklerinin gizlenmesi için olağanüstü tedbirler alınırken, ifadeleri de normal tanıkların ifadeleri gibi değerlendiriliyordu. Ortada birçok gizli tanık vardı ve adeta gizli tanık enflasyonu yaşanıyordu. Can güvenliği açısından tanıkların isimleri gizli tutulurken, tanıklar iddianamede “1 nolu gizli tanık” “2 nolu gizli tanık” şeklinde kodlarla yer alıyordu. İlgili kanun maddesine göre, gizli tanıklara estetik operasyondan, başka bir ülkeye yerleştirilmelerine kadar bir “süper koruma” tedbirleri uygulanıyordu. Hukukçulara göre, gizli tanığın ifadeleri normal tanıkların ifadeleri gibi geçerli oluyor, hukuki olarak hiçbir farkı yoktu.
Tanığın kimliği soruşturma süresince sadece soruşturma savcısı ve tanığın sorgulamasını yapan yeminli polisler tarafından biliniyor. Tanık mahkemeye çıkmadan hâkim bile kimliğini öğrenemiyor. Peki, gizli tanık beyanları ile bir davaya hüküm verilebilir mi? Verilirse kamu vicdanı bunu nasıl değerlendirecek? İşte bu belirsizdi.
Bütün hukuki delillerin birer birer karartıldığı, sanık lehine delil ve beyanların tutanaklara dahi geçirilmediği bir davada, şişeden cin çıkacak ve her şeyi esrarengiz bir tanığın ağzından dinleyecektik. Sadece bana yamanan gizli tanığa bakarsanız; ‘Ortadoğu’yu karıştıran nükleer biyolojik ve kimyasal silahların ülkeler arası transferini yapan kişiydim. Sağa sola hatta dere yataklarına mühimmat ve silah gömen, şimdiki Cumhurbaşkanına ölüm pususu için krokiler ve planlar yapan bir kişiden dünya çapında iş yapan, ölüm emirleri veren bir kişiye dönüştürmüştü. ‘İlk Adım’ kodlu gizli tanık görüntüsü karartılmış, sesi değiştirilmiş bir vaziyette konuştukça coşmuş hakkımda öyle şeyler anlatıyordu ki konuyla ilgili olan veya olmayan biri bile bu kadar ağır iddialar karşısında ‘acaba’ diyebilirdi. Sözlerini bitirdiğinde gizli tanığa ‘soru sorabilir miyim’ dediğimde, Gizli tanık soru sormama itiraz etmiş ve geçmişte benimle çalışırken küsmüş olduğunu bu nedenle cevap vermeyeceğini söylemişti. O dönemin Mahkeme başkanı (şimdi firari) Hasan Hüseyin Özese ise gizli tanığı haklı bularak soru sormama müsaade etmeyecekti. Küskün gizli tanığın yanında duran naip hakim Hüsnü Çalmuk ise o duruşmadan 8 sene sonra FETÖ’den tutuklandığında, kendilerinin Gladyo’yu hayatlarını riske ederek ortaya çıkarttıklarını Gladyo’nun başı olarak ismimi vererek kendisi ve ailesi hakkında mahkemeden koruma talep edebilecekti. Türkiye’nin gerçek durumu budur.
Geriye dönüp bakıldığında Büyük Türk Milletine gönülden bağlı TSK personeline görevleri başında iftira atan, kumpas kuran, CIA ve MOSSAD hizmet eri FETÖ’nün yalnız olmadıkları daha net görülebiliyor. Kullanıldılar ve bir kenara atıldılar. İlginç olan dün onların yanında duran, destek vererek Türk Milletinin başına bela edenler bugün onları rahatça kötülemekten her türlü melanetin onlar tarafından ortaya çıktığını söylemekten çekinmiyorlar. Şaka gibi…
Savunma hakkı ile ceza hukukunda temel ilke olan silahların eşitliği ilkesini ortadan kaldırdığı için Tanık Koruma Kanunu hukuka aykırıdır. Ergenekon sürecinde Medya, gizli tanığın geçmişini, ilişkilerini, bağlantılarını araştıracağına suçlanan kişilere iftira atmakla uğraş veriyordu. Buna karşı namuslu ve vicdanlı medya ise sindiriliyor veya hapse konuluyordu.
Devlet adil yargılama ve sağlıklı adalet dağıtımı ile güçlenir. Bedeli bu kadar büyük olan bir tanıklığın vicdana mı, yoksa cüzdana mı dayandığını sormaya cesaret eden çıkmayacaktı. Oysa adalette nezaket de insaniyet de vardır. Hukukun zarafeti de vardır. Yakınlarımızı kaybettiğimizde cenazelerini bile hakkıyla kaldıramadık. En basit insani görevleri yapmamıza engel konuldu. Oysa şüphelilerden biri, eğer ölüm döşeğinde serbest bırakıldıysa ve sonra da öldüyse, bundan hem savcı sorumludur hem de tutukluluk halini kaldırmayan yargı. Savcı ve hâkim kendisini sorumsuz, aşırı güçlü sayamaz. Hepimizin gücünün sınırı hukuktur. (Hukuk kurallarını görmezden gelen Hakim ve Savcılardan mutlaka hesap sorulmalıdır)
MİT ESKİ BAŞKANI ORGENERAL TEOMAN KOMAN’IN DÜŞÜNCESİ
Silivri zindanında aynı hücreyi paylaştığım, eski MİT Başkanı Orgeneral Teoman Koman’a sorduğum birçok sorudan en dikkat çekeni ‘bizlere neden iftira atılıyor, devlet eliyle kumpas kuruluyor’ soruma verdiği cevap, bugün hala zihnimde yakıcı bir cümle olarak asılı duruyor. ‘Büyük Türk Milletine koşulsuz gönülden hizmet edenler, akçeli işlere karışmayan, devlete koşulsuz bağlılık gösterenlerin elbet bir cezası olacaktır. Türkiye, ABD, BATI ve İsrail’in boyunduruğundan çıkmadığı sürece bu süreç devam edecektir’
Bugün ülkemizde ve Kıbrıs’ta neler olduğunu anlamak isteyenler MİT Dış Operasyonlar Dairesi Başkanı Albay Kaşif Kozinoğlu’nun Ergenekon sanığı yapılarak Silivri cezaevine konulduğunda el yazısıyla yazdığı notlarına bakmaları onlara fikir verebilir. Albay K. Kozinoğlu, kitabının 198 sayfasında Kıbrıs Bankalarında aklanan Irak kara parasının MİT personeli ile bağlantısını isimleriyle açıklıyor. Ayrıca notlarının yayınlandığı kitabın 210 sayfasında ilginç başka bir açıklama yapıyordu. ‘ Hakan FİDAN'ın MiT Müsteşarı olması için Fethullah GÜLEN, Hüseyin GÜLERCE'yi 2009 yılında Abdullah GÜL'e göndermişti. Hakan FİDAN'ın oğlu ABD'de, F. GÜLEN'in himayesinde üniversitede okumaktadır. Aynı babası H. FİDAN gibi. (Üniversitenin adı Maryland) F. GÜLEN'in ikamet ettiği yerde.) Şu ana kadar MİT'e alınan F. GÜLEN Nurcu grubu mensupları, okullarında öğretmenlik yapan personel sayısı 100’lerle ifade edilebilir. MiT beyanat verdi, erkek personel alacak. Fethullahçılar müracaat edecek. Komisyondaki Fethullahçılar müracaatçıların adını biliyor, onları alacaktır. Yani danışıklı dövüş. İlk parti Mart 11’de alınanlar, hiç imtihansız, ad olarak tespit edilip, yani Hakan FİDAN listeler vererek MİT Personel Başkanlığı'na (oraya da F. GÜLEN'ci atamıştır) aldırılmıştır. H. FİDAN, ilk öncelikle Personeli, Hukuk Müşavirliğini, okulu, silahlı gücün başını, devamında da tüm dinlemeleri gerçekleştiren Elektronik Teknik Başkanlığı kendi adamları ile TUTMUŞTUR. (Başbakanlıktan ve tanıdıklarından/dışarıdan getirtmiştir.) (Yani gökten zembille indiler!)’’
Albay Kaşif Kozinoğlu’nun iddialara karşı, yukarıdaki el yazması notlarında verdiği bilgiler nefes daraltacak türdendi.
Türk Milletine gönülden bağlı, akçeli işlere bulanmamış Kaşif Kozinoğlu şahsıma türlü kara çalan ve kumpas kuran kirli istihbaratçıların listesini de vermişti. İlerleyen süreçte verdiği bilgilerin tamamının doğru çıktığını da hatırlatmak isterim.
Şimdi ne acıdır ki, Zafer Partisi başkanı Ümit Özdağ, Silivri cezaevinden dışarıya ‘Kaşif Kozinoğlu gibi içeride suikasta uğramaktan endişe ediyorum’ diye sesleniyor.
Benim devletin içinde yıllarca kalarak gözleme dayalı çıkarımım, ‘Görevleri ne olursa olsun akçeli işlere bulaşanların Vatanı ve Milleti olmadığıdır.’
Son söz olarak düşüncem; Emperyalizm çağı devleti yönetenlerin röntgenini çekiyor. Belden aşağı söz ve tutum geliştirmeleri, şantaj ve tehdit ile iş tutmalarının asıl nedeni devletleri üniter yapıdan mafya- gladyo diktasına dönüştürerek halkı birbirine düşürmektir. Özel savaş tırmandıkça, devletin illegal boyutu büyüdükçe devlet iyice hukuk dışına çıkacaktır. Yönetim sistemi, üretimi yöneten emekçi kesimlerin elinden, üretimi ve kamu kaynaklarını yağmayanların eline geçecektir. Türkiye yönetimi birbirini destekleyen, kontrol eden güçlerin ayrılığına geri dönmelidir. Yani kurucu ayarlarına acilen geri dönülmelidir. Başkanlık sisteminde alınan kararlar kirli işlere karışanların varlığında ülkede türlü beka sorunu yaratacaktır. Türkiye’de iyi şeyler yapılıyor olsa da emperyalist dayatma, kişileri ve ailelerini yakacak türdendir. Şeytanlaştırma operasyonuna açık kapıdır. Tüm bu şer yapılanmadan kurtulmanın tek yolu ise dürüst ve şeffaf yönetimdir. Her alanda hesap verilebilirliği, uygulamada etkin ve hakim kılmakla mümkün olabilir.
Nitekim halkımızın şeffaf, adil bir yönetim isteğini yüksek sesle Yozgat mitinginde dile getirmeye başlaması tesadüf değildir. Kadim halkımızın taleplerine kulak verilmelidir.
FACEBOOK YORUMLAR