Yazı başlığındaki MİT, Milli İstihbarat Teşkilatının kısaltması değil, efsane, kahraman anlamındadır. Öcalan'ı övüyor gibi yapıp mesajlarının içini boşaltma, bu güne kadar O'nu sevdiğini söyleyenlerin çokça yaptığı bir iştir.
Terörsüz Türkiye hedefiyle, Bahçeli'nin kamuoyuna açık çağrıları üzerinden başlamış olan toplumsal barış çalışmasında, Öcalan'ın rolünü objektif biçimde ele alabilmeliyiz. Elbette, Öcalan üzerine yapılan spekülasyonlar oldukça farklı düzeydedir. Öğrencilik yıllarından itibaren MİT ile bağlantıları olduğu iddiası, uzun süre Kürt milliyetçisi çevreler tarafından PKK aleyhinde bir propaganda argümanı olarak kullanılmıştır. Biz somut gerçeklikten ve açık politik gelişmelerden hareketle konuyu serin kanlı biçimde ele almalıyız.
Elbette, on binlerce insanımızı kaybettiğimiz bir alanla ilgili duygu dünyasından, öfkeden, acıdan, sıyrılarak hareket etmek ve düşünce üretmek kolay değildir. "Bebek katili" motifi ortada iken, iç cepheyi güçlendirme çalışmasının anahtar rolünün Öcalan'a verilmesi, dikkate değer bir tercihtir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kolay olanı tercih etmemiş, zor da olsa, etkin ve işlevsel olan üzerinden yol haritasını şekillendirmiştir.
Özellikle 2019 yerel seçimlerinde Öcalan'ın İmamoğlu'na oy verilmemesi, 3. yol tercihi ile hareket edilmesi tavsiyesinin HDP tarafından yeterince dikkate alınmaması dolayısıyla, uzun süredir, Öcalan'ın etkisi kalmadı, Demirtaş üzerinden bir süreç inşa edilebilir beklentisini ortaya çıkardı. 2024 seçimlerinde Demirtaş'ın eşini aday yapması ya da DEM Parti adayına oy istemesiyle ilgili beklentinin hayal kırıklığıyla bitmesi, muhtemelen aktörlerin rolleri konusunda daha gerçekçi bir değerlendirmeye zemin oluşturdu. Toplum nezdinde, seçmen üzerinde kimin ne kadar etkisi olduğu tartışmasıyla, örgütün silah bırakmasına dair irade ortaya koymak konusunu birbiriyle kıyaslamadan, birbirine karıştırmadan ele almalıyız.
Türkiye'de sorun Kürtlerin barış'a ikna edilmesi değildir. Eğer asıl mesele o olsaydı, siyasal legal aktörlerin, popüler siyasetçilerin önde olması anlamlı olabilirdi. Yol haritasında önceliğin, silahların bırakılması, örgütün kendisini feshetmesi üzerine verilmesi, kurgulanması, doğal olarak bu konuda söz söyleyebilecek en güçlü öznenin Öcalan olduğu gerçeğiyle bizi karşı karşıya bırakmaktadır. Bu konuda, Demirtaş ya da başka siyasi figürlerin yapabileceği bir şey olsaydı, şüphesiz bugüne kadar bir mesafe alınabilirdi. Aksine, silahlı örgütün siyasal hayata müdahale ettiği iddiası ile sivil siyasetçilerin silah üzerine söz söyleme hakkı olduğu varsayımı birbiriyle çelişkili yaklaşımlardır.
Siyaset biliminin en önemli yöntem tartışmalarından birisi, olanla olması gerekeni birbirinden ayırt edebilmektir. Siyasetçilerin risk alarak silahlı süreci sonlandıracak güçlü bir demokrasi alanı inşa etmesi, elbette son derece değerlidir. Ama bugüne kadar bu noktada alınabilmiş bir mesafe olduğunu söylemek mümkün görünmüyor. Bu durumda, doğrudan örgütü muhatap alarak onların, elinde silah olan taraf olarak, silah bırakmaya ikna edilmesi noktasında Öcalan tartışmasız pozisyondadır. Nitekim 9 aydır yaşananlar ve yapılan açıklamalara baktığımızda, bunun teyit edildiğini görürüz. Birtakım itirazlar, eleştiriler, uygulamaya dair tartışmalar yapılmakla birlikte, büyük resimde Öcalan'a açıkça karşı çıkan, O'nu yok sayan, reddeden bir yaklaşımı ne KCK aktörleri, ne de DEM Partisi siyasetçileri sergilememiştir. Öcalan'ı irade olarak kabul eden, yetkinin onda olduğunu dile getiren çok sayıda mesaj verilmiştir. Bu verilen mesajlarla, tutarlı, gereğini yapan ve mesajı içselleştirmiş yaklaşımlar, sorumluluk taşıyan tavırlar, "yeterli düzeyde mi?" derseniz, böyle olmadığı çok açıktır.
Her şeye rağmen, Öcalan'ın çok net biçimde, hem Türkiye'nin toprak bütünlüğünü, toplumla devlet kaynaşmasını, hem de Türkiye'nin bölgesel çıkarları doğrultusunda, Türk Kürt dayanışmasını, yaklaşımının merkezine koyması, son derece hayati öneme sahiptir. Kriz ve dönüşüm dönemlerinde, paradigma en önemli güç unsurudur. Düşünsel netlik, diğer güç unsurlarıyla kıyaslanmayacak kadar belirleyici öncülük rolü oynayabilir.
Öcalan'ın 90'lı yılların ortalarından itibaren, "silahın devrinin bittiğiyle" ilgili açıklamaları, 99'da yakalanmasından sonra kendi içinde tutarlı çağrıları, "devleti yıkmak, ülkeyi bölmek" üzerine kurulu stratejinin, imkansızlığına dair vurguları, bugüne kadar gelen arka planın önemli altyapısını oluşturur. Öcalan, bütün bunları ister taktiksel ya da pragmatik niyetle yapmış olsun, isterse gerçekten düşünsel olarak 1970'lerin 80'lerin dünyasından kendini ayrıştırmayı, o dönemin yöntemlerinden uzaklaşmayı başarmış olsun.
Sonuç itibariyle bugün gelinen noktada, Türkiye'nin hassasiyetlerini, önceliklerini, Kürtlerin haklı talepleriyle buluşturabilecek mesaj üretme ve bunu kararlılıkla ifade etme noktasında iyi bir sınav verilmektedir. Devlet Bahçeli, Mehmet Uçum ve nihayet Cumhurbaşkanı'nın sınırlarını, çerçevesini, berrak biçimde çizdikleri noktalarda, silahın pazarlık konusu yapılmaması, silahla ilgili süreçte ciddi bir mesafe alındıktan sonra, anayasa ve af konusunun değerlendirilecek olması, 2010'lı yıllardaki çabanın daha ilerisine geçilmesine imkan sunmuştur.
Son günlerde, İran'a yönelik askeri operasyonla birlikte PJAK konusunun yeniden farklı biçimde gündemleşmesi ve Suriye'de muhtemelen biraz daha zamana yayılacak olan Kürtlerin merkezi yapı içerisinde yer alıp, Suriye'nin bölünmesine dair İsrail planından uzaklaşması, önümüzdeki döneme etki edecek boyutları oluşturmaktadır.
Irak'taki örgütün merkezi yapısının ve asıl kadro unsurlarının bölgeden çıkması, tanınan üst düzey yöneticilerin Avrupa ülkelerine gitmesine göz yumulması, doğrudan Türkiye'ye yönelik eyleme karışmamış olanların Türkiye'ye dönüşüne kapı aralanması, cezaevindeki hasta ve yaşlılar başta olmak üzere örgütle ilişkili suçlara dair yeni bir inisiyatif ortaya konulması, 2025 yılına damgasını vurabilir.
Türkiye'nin değişen dünyada, çok daha güçlü biçimde kendisini yenilemiş olarak, uluslararası ilişkiler geliştirebilmesi, iç barışını tesis etmesiyle doğrudan ilişkilidir. Geçen yüzyılın ilk yarısında yaşanan iki dünya savaşı benzeri bir atmosferle karşı karşıyayız. Yine aynı dönemin politik tercihlerinden kaynaklı olarak ortaya çıkan etnik ve inançsal ayrışma, dışlanma, kopuş ya da çatışma sorunlarının tümüyle geride bırakılması, yeni bir sayfa açılması ve yeni bir yaklaşımla, kucaklaşmanın kalıcılaşması olarak hayat bulabilir.
Öcalan'ı hiçleştirmek ne kadar gerçeklikten uzaksa, hem sadece beklentiyi O'na odaklayarak hareket etmek de o kadar ciddi riskler içerir. Özellikle anayasa ve demokratikleşme konularının sivil toplumsal unsurlar tarafından yönetilmesi, son derece değerli çabalar olacaktır. Demirtaş'ın hem Emperyalist çabalara dair yaklaşımı, yeni hem de Öcalan vurgusu içeren son mesajı bunu pekiştiren bir işlev görmüştür. DEM Partisi'nin muhtemelen sonbaharda yaşayacağı yeniden yapılanma da, bu doğrultuda sonuçlanacaktır.
Bundan sonrasında, sorun üzerinden var olma ve sadece sorunu dillendirerek siyaset yapma dönemi geride kalacaktır. Çözüm odaklı ve Türkiye'nin bütün sorunlarına eşit mesafede yaklaşan bir siyaset, ayakta kalabilmenin biricik yolu olacaktır.
Yorumlar
Kalan Karakter: