Hayat Pusulası
Yayınlanma :
27.01.2020 08:36
Güncelleme
: 25.04.2020 21:58
Allah'ın selamı, fazlı, bereketi, rahmeti, inayeti düşünüp akleden, say-ü gayretini iyiliğe/hayırlı işlere ön ayak olmaya tezyif edebilen, sırf Allah rızası için cesaretle emri bil mağruf/nehyi anil münker yapabilen, gönül ehli sufi meşrep, arif kullarının üzerine olsun... Özleyince insan dostlarını nasıl selam vereceğini şaşırırmış; bizim de girişimiz biraz öyle oldu. Az ve öz yazmak şiarımız olduğundan sırf ruhi illetlerimize tiryak olacağı ümidiyle yazıp/çizmek, meramımızı çağımızın manevi hastalıklarına şahit olan hazirûnla paylaşmak, dertlerimizi tedavi edebilecek hakikat nurlarını, hikmet pınarlarından damla damla taşırmak için aldık elimize kalemimizi, bakalım akıncının beyaz atı hangi uçsuz bucaksız yeşil vadilerde dolaştıracak bizleri. Gerçekten kanımca ele alacağım konu bu kadar ehemmiyetli olmasaydı böyle uzun bir giriş yapma ihtiyacı hissetmezdim. Daha fazla değerli okuyucularımızı meraklandırmadan şu hayati konumuz neymiş ona bir bakalım; ölümü ele almaya, onu doğru anlamaya girişelim dilimiz döndüğünce ve gücümüz yettiğince. Nasıl daha iyi ve daha doğru yaşayacağımızı bilmediğimizden olsa gerek ölüm karşısında afallıyor oluşumuz, onu duymak istemeyişimiz, her yeni gün göz ardı edişimiz, onunla hesaplaşmaya cesaret edemeyişimiz. Biz de Spinoza gibi yapalım ve ölümle layığıyla hesaplaşabilmek için hayatı anlamaya çalışarak işe başlayalım. Ve özgürlüğüne aşık modern bireyin manevi hastalığına bir teşhis koyalım: İnsan hayata geliş ve yaratılış gayesini bulmadan, içgüdüsel olarak hayatta kalmaya ve daha müreffeh bir ortamda yaşayabilmek için çalışıp didinirken; asıl sorulması gereken can alıcı soruları sorup doğru yanıtları bulmaya çoğunlukla fırsat bulamadığı için bir türlü iç huzuru yakalayamaz, ruhsal bütünlüğünü ve evrensel birliğini sağlayamaz. Çünkü bu soruların doğru cevabını bulmak büyük bedeller, ağır fedakârlıklar ister. İnsan zaruri ihtiyaçlarını karşılar karşılamaz İspanyol filozof Unamuno'nun dediği gibi şu sorulara yanıt bulmak zorunda kalacaktır: "Ben nereden geliyorum ve bu dünya nereden geliyor, içinde ve onunla yaşadığım? Ben nereye gidiyorum ve beni çevreleyen her şey nereye gidiyor? Bütün bunların anlamı ne? Bu gibi sorulardır insanın sorduğu, kendisini özdeksel geçimi için uğraşmanın hayvanlaştırıcı zorunluluğundan kurtarır kurtarmaz." İnsanın kendini bulmak yolunda çıktığı bu dünya seferinde karanlıkta kalmak, aydınlığı hiç aramamış olmak, Kant'ın dediği gibi aklını kullanma cesaretini gösterememiş ve henüz erginleşememiş olmak insana nasıl yakıştırılabilir? Bu akıl nimetinin hakkını layığıyla verememek demektir. Oysa Heidegger daha insanı tanımlarken ölüme dikkat çekmiş ve insanı doğduğu günden itibaren ölüme yaklaşan bir varlık olarak tanımlamıştır. Bu sebeple insan, imkânların sınırlı olduğunu bilerek, her seçimde hem kendisini yeni baştan keşfederek sorumluluklarını yüklenir hem de her seçimle birlikte bir kez daha kendi bireysel ölümüyle yüzleşir. Heidegger ölüm kavramını felsefi literatüründe daha çok kullandığı Daseın kavramı bağlamında ölüm problemine değinir. Daseın oldukça ölüm, Heidegger’e göre henüz olmayan bir imkân olarak her zaman vardır. Daseın’ın sonu olarak ölüm, zamanı belirsiz ve önüne geçilemeyen bir olgudur. Bu durumda Daseın, sürekli bir ölüm beklentisi içerisindedir. Ancak ölüm beklentisi Daseın’a kendi imkânlarını görebilme fırsatı verdiği için aynı zamanda Daseın’ı ölüme doğru özgür kılmakta ve onun varlığını anlamlandırmaktadır. Heidegger, bireyin ölümü ancak içselleştirerek anlamlaştırmasırndurumunda, hayatın gerçek anlamın kavrayabileceğini söylemektedir. Çünkü ölüm, bireyin hayatını anlamlaştırarak ona sorumluluk yüklemekte Albert Camus'unda ifade ettiği gibi onun içindeki yaşama aşkını harekete geçirmektedir. Birey, kendini ölümlü bir varlık olduğunu kavradığı ölçüde bu dünyadaki ödevlerinin farkına varmaktadır. Umumiyetle yaşamını iyi değerlendiren bireyler, ölümü kabullenme tutumu gösterebilmektedirler. Yine kendine özgü bir filozof olan Gabriel Marcel de ölümün mutlak ümidin bir sıçrayış noktası olduğunu, ölümün getirdiği ümitsizlikten ise aşk’ın ve sadakatin ayrılık ve ölümün ötesinde devam etmesi gerektiği söyler. “İman ölüm olayıyla sona ermez.” Çünkü bir varlığı sevmek ve bağlanmak ona, sen ölmeyeceksin demektir. Bir ahit veya dilek değildir. Peygamberane bir güvendir. Böyle bir güven de ortaya çıkan değişiklikler ne olursa olsun, sen ve ben bütün kalacağız demektir. Zira ümit, aşk ve imanda ölümü aşar. İman kendisine bağlandığı yerde var olduğunu ve hürriyetini hissettiği bir varlığa, bütün yönelimlerinin muhatabı olan mutlak Tanrı’ya bağlanmadır. İman ise sadakatsiz olmaz. "Hakikat aşkı" insanı sadakate götürür ve aslında insanın varlığı, Tanrı ile beraber var olmaktan başka bir şey değildir. Başka bir deyişle insan, ancak Tanrı’ya bağlanarak var olur, kendini oluşturur, kendisinin bireysel varlığının anlamını kavrar. Bu iman bağlanışı içinde ölümün aşılması ve asıl gerçekliğin ne olduğunun fark edilmesi söz konusudur. Bu durunda, ölümle her şeyin sona erdiğini söylemek insanın bizzat kendi kendisini inkâr etmesi anlamına gelir. Kendinden başka bir otoritenin hükmünü tanımayan modern özgür birey kulluk şuurundan uzaklaştığı ölçüde aradığını bulduğu düşündüğü nakıs ideolojilerin ağına takılıp nevrozlarla, depresyonlarla psikolojik ve ruhsal hastalıklara müptela olarak; hastalığının dahi farkına varamadan endişe-kaygı ve korkuların hüküm sürdüğü bir atmosferde nefes alıp-vermek zorunda bırakılmakta ve vahşi kapitalizmin hüküm sürdüğü bir sistemde maişetini kazanmak zorunda kalmakta ve insana yakışmayacak hırs, arzu ve ihtiraslarının, zaruri ihtiyaçlarının ne yazık ki, kölesi haline getirilmektedir. İnsan olmaya yakışan ulvi duygular, aklı selim ve ahlâki erdemler olması gerekirken, kin, nefret öfke, sevgisizlik ve şiddet sarmalında yığınlar yuvarlanmakta ve bir çıkış yolu maalesef bulamamaktadır. Böyle vahşi bir düzende ayakta kalabilmek çok zor olduğu için sürekli zamanından fedakarlık yaparak gece-gündüz çalışması ve çok kazanması gereken insan, daha fazla kazanmak için sürekli koşmak zorunda bırakılmakta, tabidir ki, koşarken de insan düşünemeyecektir ve böylece de akletmeye ve hakikatin peşi-sıra iz sürmeye fırsat bulamayacak ve yarattığı sahte putlar ve kâbeler etrafında tavaf edip durmakta ve insanoğlu ihtiyaçlarının peşine düşen penceresiz zavallı mahpuslar haline dönüşmekte ve elleri ve ayakları prangalanmış bir köleden farksız huzursuz ve mutsuz bir şekilde yaşamak zorunda kalmaktadır. Kanaat etmekten ve ilahi takdire rıza göstermekten çok uzak olan pek çok insan saraylarda dahi yaşasa, ruhen mutlu ve huzurlu olamadığından, dünyada dahi zindan hayatı yaşamaktadır. Sufilerin geçmişi ve geleceği yoktur; çünkü onlar Hakk’a abd ve asker olduklarından anı yaşarlar ve bu sırada ne yapmaları gerekiyorsa sadece onu yaparlar. Oysa insanların çoğu dünyada iken ya bir menfaat elde etmek ya da bir makama gelebilmek için toplumda önde gelen bir grubun veya partinin yakınında bulunma çabası içine girerler, bu nedenle çoğu zaman kendilerine yapılan haksızlık karşısında güçlü olanın karşısına çıkmaya cesaret edemezler, oysaki hakiki imanı elde eden insan kainata çok rahat meydan okuyabilir ve Hakk’ı tutup kaldırabilir. Belki bu davranışından ötürü kimse ona bir ödül vermeyecek ve yaptığından ötürü kendisinden müteşekkir olunmayacaktır ama zaten dünya namert-açgözlü ve kaypak insanlarla dolu olduğundan herkesi olduğu gibi kabul etmeli; ancak ahlâkı henüz tam olarak istenilen düzeye erişmemiş olan henüz uykudan uyanamamış olan böyle insanların bile insan-ı kâmil olma yolunda ilerleyebilecek potansiyeli kendi vicdanları içerisinde barındırdığı asla unutulmamalıdır. Ölümü düşünmeden yaşayan bir kimse, sadece gününü kurtarmaya çalışır. Belki geleceğini garanti altına almak da istiyor olabilir. Şu fıtri bir gerçektir ki, ademoğlu dünyada dahi olsa rahat ve refah içerisinde yaşamak ister, bunu elde etmek için gece gündüz demez çalışır, çabalar. Hazreti Mevlana’nın da Mesnevisinde pek çok kez vurguladığı gibi hep parça ve buçuğun peşinde koşmaktan kendi hakikati ve aslî cevheri olan özünü keşfetmeye vakit bulamaz. Allah günahsız bir kula asla zulmedecek değildir. Nefsini ıslah etmenin günahla değil taleple alakalı bir konu olduğuna akıl sır erdiremez. Az ya da çok günahsız kul yoktur. Esas olan insanın sürekli günahtan tövbe etmesini bilebilmesidir. Belki insan günde 70 defa sürçer; ama 70 defa da tövbe etmesi gerektiğinden maalesef çoğu gafildir. Peki nefis terbiyesini yapmanın bir başka deyişle ‘iyi insan’ olabilmenin yolu yöntemi nedir? Eğer unutkanlaşan günümüz insanına on madde halinde bir hayat pusulası yazılacak olsaydı bizce şunlar ser levhası olarak yazılabilirdi: İlk olarak galiba meşgale sahibi olması gerek insanın, yani ibadet ediyormuş gibi helâl rızık için çalışması… Çünkü boş duran bir insanın şeytanın oyuncağı olması geçekten çok yakındır.Kendisini sorgulamalı ve eşyanın hakikatine olan vukûfiyeti yahut mesleğinde sergilediği hüner kadar kendi hakikatini de bulmak için çaba sarf etmesi gerektiğinin bilincinde olmalı.İnsan düşmanını iyi tanımalıdır, insan oğlunun ezeli ve ebedi düşmanı elbette ki Şeytan-ı aleyin lane ve henüz olgunlaşmamış bizzat kendi nefsidir. Rabbi’nin kendisinden beklentilerinin bilincine sahip olarak, ibadetlerini yüksek bir şuur ve huşu içerisinde gerçekleştirmelidir.Nefsinin istekleri karşısında; onu az uyku ve az yemekle terbiye etmeli, yaramaz bir çocuk gibi her istediğini ona vermemelidir. İnsanlara karşı çok şefik ve merhametli olmalı, onları kardeşi gibi görerek sinesine basıp, dertleriyle dertlenebilecek kadar alî bir gönüle sahip olmalıdır. (Deprem felaketinde şehit olan kardeşlerimize Allah'tan rahmet diliyor, evsiz yurtsuz kalan vatandaşlarımız için yapılacak yardımların yerine ulaştırılması için sivil toplum kuruluşlarını göreve davet ediyor ve aziz milletimize sabr-ı cemiller niyaz ediyoruz.) En ufak bir haksızlık karşısında dahi mazlumun yanında yer almalı, bu uğurda gerekirse canını vermekten çekinmemelidir. Olayları değerlendirirken hem kendi başına gelen olaylara hem de çevresindeki diğer insanlara Allah’a yönelerek ibret nazarıyla bakmalı, onların düştüğü hatalardan dersler çıkarmalıdır ki, aynı hatalara kendisi de tekrar düşmesin. Hiçbir işinde doğruluktan, ihlastan ve şükürden ayrılmamalıdır. Tüm Salihler gibi Allah’ın varlığına ve birliğine şehadet ederek yaşarken, yoksula, yolcuya, yetime ve din uğruna mücadele eden insanlara madden ve manen elinden geldiği kadar sevdiği şeylerden vererek yardım etmelidir.
İnsanın mutlu olabilmesi için yalnızca maddi refah içerisinde yüzüyor olması yeterli değildir. Bunun yanında manevi bir tatmin duygusunun bu müreffeh yaşama eşlik etmesi gerekir. Din ile arasına aşılmaz mesafeler koyan, sanki din insana aklını kullanmayı, okumayı, düşünmeyi emretmiyormuş gibi onun karşısına salt bilimi, felsefeyi, aklı çıkarmaya çalışmak kaynağı aynı olan soğuk bir pınarı ayrıştırmaya çalışmaya benzer ki, bu tür bir gayret beyhude olduğu gibi hakikate de karşı da büyük bir saygısızlık ve zulümdür. Böyle sağlıksız bir bakış açısı insanı bütünlüğe eriştiremediği gibi, insanı sonsuzluğa da ulaştıramaz; sadece ve sadece çok sayıda hasta ruhlar, arafta kalmış karakterler ve bölünmüş kişilikler ortaya çıkarır. Ölüm, genç-ihtiyar herkesin başına ansızın gelebilir. Allah'la birlikte yaşadığı için ve yaşarken O'nun emir ve yasaklarına riayet ederek yaşamaya gayret eden bir Müslümanın, ölümle savaşması düşünülemez, ölümü rakibi gibi görüp onu yenmeye çalışmaz, onunla bir dost olarak yaşamayı öğrenir. Çünkü ölüm bir son değil, ebediyete kadar uzanacak yeni ve mutlu bir hayatın başlangıcıdır. Cennet bahçelerinde Rüyetullah’a bakarak, salihlerle bir arada yaşamak ne hoştur. Böyle bir vade inanan her kul için ölüm korkulacak, kaçınılacak, arzulanmayacak bir son değildir, bilakis ödüldür. Ölüm birçok insana soğuk ve tatsız bir gerçekmiş gibi görünse de aslında hayat kadar azizdir; ahirete iman eden müminler için hiç şüphesiz cennet ve cehennem haktır. O halde bu anlatılanlar ışığında bizlere düşen, yaşantımızı gözden geçirip ölüme ne kadar hazır olduğumuzu sorgulamak ve ölçüp biçtikten sonra eğer hala hazır olmadığımızı düşünüyorsak ki; -çoğu insan başta da izah ettiğimiz gibi çeşitli sebeplerle bu konularda gerektiği kadar düşünüp taşınmaktan imtina eder, his ve hevasına hoş geldiği için bu tür şeylerden bir bahane üreterek hep bundan kaçınır. Eğer ölüm başa gelmesi çok yakın bir ihtimalse, her seçim, ölçüye sığmaz bir anlam taşır. Tüm insanlara faydalı olabilecek işleri yaparak vaktimizi geçirmeye dikkat etmeli, hayatı bir kuyumcu titizliliğiyle özenle yaşamalı, yaratılana yaratandan ötürü şefkat ve merhamet göstermeli ve bu öz-bilinçle her bir seçimimizde eğriyi doğrudan ayırarak kendimize insan onuruna yakışan bir şekilde yaşamalıyız. Çünkü ademoğluna akıldan sonra verilmiş en büyük nimet zamandır. Kendisini insanlığın madden ve manen ilerleyişine/yükselişine adamış tüm bilim adamı, bilge, alim, arif, evliya ve asfiyaya bir değil binlerce selam olsun...
NOT: Uzun bir aradan sonra heybemizde biriktirdiklerimizi okuyucularımızın dikkatine sunabilmek için yine tamamlanması uzun sürebilecek bir yazı dizisi hazırlığı içerisinde olduğumuzu duyurmak isteriz. Karşılaştırmalı analiz ve doğru sentezlerle, dünya kargaşasından kurutulup önümüze çıkan engelleri aşarak karakterinizin basamaklarından birer birer çıkmak ve hakikatin peşinde doğru izi takip edebilmek için söylediklerimize kulak kesilin, yani peşimize düşün çünkü zamanınız bizim için gerçekten çok değerli…
M.Mücahit DEMİR / Ülkepostası - 27.01.2020
İnsanın mutlu olabilmesi için yalnızca maddi refah içerisinde yüzüyor olması yeterli değildir. Bunun yanında manevi bir tatmin duygusunun bu müreffeh yaşama eşlik etmesi gerekir. Din ile arasına aşılmaz mesafeler koyan, sanki din insana aklını kullanmayı, okumayı, düşünmeyi emretmiyormuş gibi onun karşısına salt bilimi, felsefeyi, aklı çıkarmaya çalışmak kaynağı aynı olan soğuk bir pınarı ayrıştırmaya çalışmaya benzer ki, bu tür bir gayret beyhude olduğu gibi hakikate de karşı da büyük bir saygısızlık ve zulümdür. Böyle sağlıksız bir bakış açısı insanı bütünlüğe eriştiremediği gibi, insanı sonsuzluğa da ulaştıramaz; sadece ve sadece çok sayıda hasta ruhlar, arafta kalmış karakterler ve bölünmüş kişilikler ortaya çıkarır. Ölüm, genç-ihtiyar herkesin başına ansızın gelebilir. Allah'la birlikte yaşadığı için ve yaşarken O'nun emir ve yasaklarına riayet ederek yaşamaya gayret eden bir Müslümanın, ölümle savaşması düşünülemez, ölümü rakibi gibi görüp onu yenmeye çalışmaz, onunla bir dost olarak yaşamayı öğrenir. Çünkü ölüm bir son değil, ebediyete kadar uzanacak yeni ve mutlu bir hayatın başlangıcıdır. Cennet bahçelerinde Rüyetullah’a bakarak, salihlerle bir arada yaşamak ne hoştur. Böyle bir vade inanan her kul için ölüm korkulacak, kaçınılacak, arzulanmayacak bir son değildir, bilakis ödüldür. Ölüm birçok insana soğuk ve tatsız bir gerçekmiş gibi görünse de aslında hayat kadar azizdir; ahirete iman eden müminler için hiç şüphesiz cennet ve cehennem haktır. O halde bu anlatılanlar ışığında bizlere düşen, yaşantımızı gözden geçirip ölüme ne kadar hazır olduğumuzu sorgulamak ve ölçüp biçtikten sonra eğer hala hazır olmadığımızı düşünüyorsak ki; -çoğu insan başta da izah ettiğimiz gibi çeşitli sebeplerle bu konularda gerektiği kadar düşünüp taşınmaktan imtina eder, his ve hevasına hoş geldiği için bu tür şeylerden bir bahane üreterek hep bundan kaçınır. Eğer ölüm başa gelmesi çok yakın bir ihtimalse, her seçim, ölçüye sığmaz bir anlam taşır. Tüm insanlara faydalı olabilecek işleri yaparak vaktimizi geçirmeye dikkat etmeli, hayatı bir kuyumcu titizliliğiyle özenle yaşamalı, yaratılana yaratandan ötürü şefkat ve merhamet göstermeli ve bu öz-bilinçle her bir seçimimizde eğriyi doğrudan ayırarak kendimize insan onuruna yakışan bir şekilde yaşamalıyız. Çünkü ademoğluna akıldan sonra verilmiş en büyük nimet zamandır. Kendisini insanlığın madden ve manen ilerleyişine/yükselişine adamış tüm bilim adamı, bilge, alim, arif, evliya ve asfiyaya bir değil binlerce selam olsun...
NOT: Uzun bir aradan sonra heybemizde biriktirdiklerimizi okuyucularımızın dikkatine sunabilmek için yine tamamlanması uzun sürebilecek bir yazı dizisi hazırlığı içerisinde olduğumuzu duyurmak isteriz. Karşılaştırmalı analiz ve doğru sentezlerle, dünya kargaşasından kurutulup önümüze çıkan engelleri aşarak karakterinizin basamaklarından birer birer çıkmak ve hakikatin peşinde doğru izi takip edebilmek için söylediklerimize kulak kesilin, yani peşimize düşün çünkü zamanınız bizim için gerçekten çok değerli…
M.Mücahit DEMİR / Ülkepostası - 27.01.2020
YAZARIN DİĞER YAZILARI