Ağaçlar hâlâ dik, yapraklar yeşil, gövdeler kalın. Ama çürüme başlamışsa yeşil bile yalandır. Ve çürüme çoktan başladı.
Çünkü biz, bir orman olduğumuzu unuttuk. Kimi kendi köşesini kutsadı,kimi ağaçların üzerine ismini kazıdı; kimisi başkalarının ışığını perdeleyip “burası benim aydınlığım” dedi. Kimi yükseğe çıkıp yukarıda olmayı haklı olmakla karıştırdı. Herkes yer edinmenin, alan kaplamanın, görünür olmanın peşindeydi. Ama kimse düşünmedi: O yer kimin üzerinden alınmıştı? O yükseliş neyin üzerine inşa edilmişti?
Üzerine adınızı kazımaya çalıştığınız ağaç, belki de sizden önce gelen, sizin unuttuğunuz, hatta inkâr ettiğiniz bir başka kökün mirasıydı. Öyle ya; kökünü tanımayan, toprağını da tanımaz ve kendinden başlayıp kendine varan her yürüyüş, aslında toprağı değil sadece kendi gölgesini dolaşır. Bilgi artık sesin kalınlığıyla ölçülüyor, kalabalıkla kutsanıyor. Oysa hakikat, çoğunlukla yürümez; kalabalıkla büyümez. Hakikat, alkışla değil, ağırlıkla taşınır. Bilmek, bilgiden çok cesaret ister. Gören sorumludur. Duymayan değil, duymamış gibi yapan taşır asıl vebali. Ve bugün herkes kendini özgür sanıyor; ama çoğu düşünmüyor, yalnızca ait olmaya çalışıyor. Taraf tutmak, düşünmenin yerini aldı. Aidiyet, araştırmanın önüne geçti. Düşünce, soru değil slogan oldu. Ve fikir, kimlikten ibaret kılındı. Oysa hakikat hiçbir yere ait değildir. Onun yolu yalnızdır ve yürüyeni eksiltir Eksilmeyen derinleşemez... Orman hâlâ ayakta sanılıyor. Çünkü kimse toprağın altına bakmıyor. Bilir misiniz kökler sustuğunda, gövdeler çürümeden ayakta kalamaz... Kimi düşen ağacın sesiyle oyalanıyor, kimi hâlâ yaprak sayıyor. Düşmek gürültüyle değil; bağını kaybetmekle başlar dedim. Gördüm ki, biz bağ kurmayı çoktan unuttuk. Yer açmanın asaleti, yan yana durmanın hikmeti, birbirine rağmen birlikte kalabilmenin irfanı kaybolmuş. Herkes ya yerini korumanın ya daha yukarı çıkmanın peşinde. Herşeyi sildim çünkü unutmuştunuz: Yükselen dalları rüzgâr en önce kırar.... Kökü zayıf olanın gölgesi büyük olsa da kimseye sığınak olamaz çünkü bir ormanı orman yapan, ağaçların dikliği değil; köklerin birbirine sarılabilmesidir. Görünmeyen o derin bağ, ayakta kalmanın sırrıdır. Kökler birbirinden uzaklaştığında, orman yalnızlaşır. Ve yalnızlık, çürümenin en sessiz biçimidir...
Bugün görünmek, var olmaktan daha değerli sayılıyor. Görünmek derdinde değilim. Bilirim ki görünür olan geçer; kökte olan kalır. Hakikat ise sesle değil, sessizlikle anlaşılır. Çünkü hakikat, dile gelmez bir yük, yürekle taşınan bir emanettir. Asıl soru artık budur: Bugün durduğun yer mi seni tanımlar, yoksa inkâr ettiğin kök mü?
Bir gün gelecek. Ve o gün, en çok konuşanlar değil, zamanı geldiğinde konuşmak için susmayı bilenler hatırlanacak. Çocuklarımız, torunlarımız, yer kapmanın değil yer açmanın, kalabalıkta haklı görünmenin değil, yalnızken hakikate sadık kalmanın ne demek olduğunu öğrenecekler. Bastığımız yer yalnızca toprak değil; zamanında susularak ertelenmiş, ertelendiği için ağırlaşmış hakikatlerin gömüldüğü yerdir. O gün anlaşılan şey şu olacak: Bilgi, taraf olmak değildir. Düşünmek, hizaya girmek değil; birlikte düşünebilme cesaretidir. Ve özgürlük, sadece konuşabilmek değil; konuşmayı ne zaman ve ne için taşıyacağını bilmektir. Yargılanacağımız şey ne kadar konuştuğumuz değil, ne zaman sustuğumuz ve ne uğruna sustuğumuzdur. Gövdemizin boyuyla değil; köklerimize ne kadar sadık kaldığımızla ölçüleceğiz. Çünkü hakikat, ilk bağıranla değil; sonuna kadar taşıyanla buluşur....Hakikat bazen görünmez olur; kök gibi derine çekilir, zamanı geldiğinde toprağı yerinden oynatmak için!..
Prof. Dr. Derya BERRAK
Sosyolog, Arkeolog, Yazar
Yorumlar
Kalan Karakter: