Yine, “Kürt-İslam” Oyunu Mu?
TÜRK- KÜRT- ERMENİ-İSRAİL VE YUNANİSTAN ÜZERİNE KONUŞULAMAYAN GERÇEKLER/DÜŞÜNCELER
Yazan Mustafa DÖNMEZ
Sykes-Picot Antlaşması'nın mimarlarından İngiliz Albay Mark Sykes, danışman olduğu İngiliz hükümetine; "Ülkesi için canını feda etmeyecek çok az Türk vardır. Ülkesini içinde bulunduğu dahili çürümeden kurtaracak da çok az Türk bulunur' diyor. Profesör Kedourie, Mark Sykes için, "bir Siyonist’ti" der. Sykes-Picot Antlaşması 1916 yılında İngiltere ve Fransa arasında yapılmıştır. İtalya ve Rusya da destekliyordu. Suriye ile Musul’u Fransa'ya verilmişti. İngiltere, daha sonra, Musul'u Fransa'dan çaldı. Tarihci Toynbee, buna dayanarak İngiltere için büyük hırsız der.
Albay Sykes, sonradan değişikliklere uğrasa da Türkiye’nin en son ve kullanılabilir parçalanma haritasını yaptı ve Balfour Deklarasyonu'nu hazırlayanlar arasında yer aldı. Kendisi gibi Siyonist olan İngiliz Başbakanı Lloyd George ise İsrail Devleti'nin temellerini attı ve Musul'a el koydu. Lloyd George, Mark Sykes’i 1917 başında, Allenby'ye yardım etmesi için Kahire'ye göndermiş ve giderken de 3 maddelik bir direktif verdiğini istihbarat kayıtlarından ögreniyoruz.
1-Filistin İngilizlerde kalacaktır.
2-Filistin ile ilgili olarak Araplara hiçbir taahhütte bulunulmayacaktır
3-Filistin konusunda Siyonistlerin istek ve planlarına gölge düşürebilecek her türlü açıklama ve adımlardan kaçınmak gerekmektedir. Emirler çok nettir.
Albay Mark Sykes, istihbaratçı Albay Lawrence ile Lloyd George aynı noktada buluşmaktadırlar. O nokta, Türklere Anadolu'da bir toprak var ancak "Türk Devleti" için hiç yer yoktur. Türkler boşluk dolduramazlar bizatihi kendileri boşlukturlar’ düşüncesidir.
Uğur Mumcu, Emperyalizmin maşası olarak kullanılan başta Musul’daki Kürtler ile ilgili “Kürt-İslam Ayaklanması 1919-1925" isimli kitabı arasında, "şeyh Sait ayaklanması bastırıldı ancak Musul İngilizlerin eline geçmişti" cümlesiyle tamamlıyor. Musul teslim edildiği için mi isyan hazırlandı, yoksa isyan bastırıldığı için mi Musul verildi?
Uğur Mumcu, Mustafa Kemal Atatürk’ün Kürtlere özerklik projelerini açıklıkla ele alması önemlidir.
Uğur Mumcu'nun, "Koçgiri Ayaklanması" ve "Sakal Nurettin Paşa" bölümleri, zamana göre ileri ve somut verilere dayanır. Mumcu, Koçgiri isyanını ve Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa'nın isyanı bastırmasını nesnel anlatıyor ve Kazım Karabekir'in oluşturduğu Topal Osman komutasındaki Giresun alayı Nurettin Paşa'nın emrine verildi" diyor. İsyan bastırıldıktan sonra Nurettin Paşa cezalandırılmak istendi. O Nurettin Paşa ki Kut’ul Amere ’de İngilizleri tutsak eden komutanlardandır. Nurettin Paşa’yı cezalandırmak isteyen mebuslar yeri göğü inletiyorlardı. İçlerinde işbirlikçiler vardı. Osmanlının son günlerinde ve Kurtuluş savaşında Kürt ileri gelen beylerin çoğunluğu düşman taraflara hizmet ediyordu. Onları İngiliz, Fransa ve Rusya’dan koparmak gerekiyordu. Mustafa Kemal, Musul ihanetini ve içine düşürülen çaresizliği hiç unutmadı. Kürt beylerinin düşmanla bir olup Türk savaş unsurlarını arkadan vurma durumları baş gösterdi. Musul’u kurtarmak için gönderdiği Kaymakam Özdemir beyi ve karargahını (Bugün 102 sene sonra PKK sözde silah yakılma töreninin yapıldığı yerdir) geri çekti.
Mustafa Kemal hiçbir zaman Kürtleri bırakmadı onları Türk Milletinden ayrı görmedi ancak silahlı feodal Kürt beyleri en sıkışık günlerde en çok para verenlerin yanında yer alıyor, fitne ve fesatlara alet oluyorlardı. Mustafa Kemal Atatürk İsmet İnönü’ye ‘Musul’u ben alamadım sen al’ vasiyetini bıraktı. İnönü’de aynı vasiyeti Bülent Ecevit’e.
Özdemir Bey’in gerillaları Musul'da hareket halindeydi, Türk tarafı Musul'da örtülü savaş verirken Mustafa Kemal Kürtler için ortak bir çözüm arıyordu ve ‘otonomi’ sözcüğünü telaffuz etmekten çekinmiyordu. 1916-1926 arası Türkleri arkadan vuran ihanet şebekeleri isyan hareketlerine ara vermeden devam ediyorlardı. Emri altındaki cahil kesimi yalanlarla etkileyip Türklere saldırtıyorlardı. Uğur Mumcu o kitabında ve sonraki makalelerinde bunları anlatıyordu.
O dönemde ülkeleri olmayan Siyonistler Osmanlı içinde, sonrası Türkiye içinde fitne fesat isyanları çıkararak yüzyıllardır Türklere düşman milletlerin hizmetkarı olan Kürt Aşiretleri ile irtibat içinde oldular bugün de devamı olan PKK ve türevleri ile yakınlar. Zaten tek kelime Kürtçe bilmeyen ama Ermenice bilen gerçek adı Artin Agopyan olduğu söylenen Abdullah Öcalan mahkeme sorgusunda, ‘Şeyh Said'in devamıyım’ diyordu.
Cumhurbaşkanı Özal hem Amerikan işgaline katılmak ve hem de Musul'u almak istiyordu, "Emperyalist Türkiye" söyleminin yükseldiği bir dönemden geçerken Türkiye Kürtlerinin hamisi rolündeydi bunu, "Kürt Sorunu" ortadan kalkmadıkça Musul'un alamayacağını anladığı şeklinde anlayabiliriz. Tarihsel verilere bakarak Lloyd George ile Baba-Oğul Bush arasında bir devamlılık olduğu analizini yapmak isabetlidir.
Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis, Kuzey Irak'ta, Osmanlı idari taksimatına göre Musul'da bir "buffer zone', tampon bölge, kurmaya çalışıyordu. Mumcu'nun katledilmesi bu tarihtedir. (U. Mumcu’nun 24 Ocak, E. Bitlis’in katledilmesi 17 Şubat 1993)
Eşref Bitlis ve Uğur Mumcu’nun katilleri devletin içinde yuvalanan Siyonistlerin işbirlikçileridir. Bugün artık işbirlikçilerin yerine tüm omurgasıyla ortaya çıkarak Türkler hakkında yıkıcı söylemlerin sahipleri İsrail’in bugünkü yöneticileridir. Siyonistler aracısız her yerde direk karşımıza çıkıyorlar. Ermeni soykırım yasasının Amerika’da kabulünde, Türkiye’ye, Düşmanlarına Yaptırımlarla Karşı Koyma Yasası olan ‘CAATSA’ adlı teknoloji ambargosunda katkıları gibi.
Peki ne yapılabilir?
Türkiye; ABD, İngiltere, Fransa, Ermeni, Yunanistan ve İsrail ilişkilerini bir bütün olarak ele alamadığı müddetçe emperyalistlerin söylemindeki, Kürt sorununu çözemez, kendi güvenlik kuşağını oluşturamaz. FETÖ, PKK ve Asala terör örgütleri arasındaki devamlılığı anlamayan, devlet içindeki işbirlikçi yapılanmayı tasfiye edemeyen Türkiye sahada başarılı olması mümkün değildir. Misakı Milli sınırları önemlidir.
Son Osmanlı Mebusan Meclisi'nin 17 Şubat 1920'de kamuoyuna açıkladığı sınırlar meclis tarafından 28 Ocak 1920'de kabul edilmiştir. Misak-ı Milli başta Mustafa Kemal olmak üzere vatanperver subay ve milletvekillerinin diretmesi ile mecliste açıklanmış, sonrasında da yabancı devletlerin işgal tepkisi ile karşılaşılmıştır.
Misak-ı Milli Ne Demek? Birinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan yeni dünya düzeni içerisinde Türklerin yaşadığı alanların sınırlarını çizmek için açıklanan metin olan Misak-ı Milli Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından alınan ve Türk Siyasi Tarihi'nin bir dönüm noktası olarak karşımıza çıkan bir karardır.
Barzani ve Talabani PKK’yı yedeğe alarak Irak’ın Amerikan işgaline yardım ederlerken, İngiliz ve Amerikan istihbaratının kışkırtmasıyla Kerkük’teki Türk varlığına saldırdılar. Öyle ki tapu kayıt merkezlerini yakarak, Türk mezar taşlarını kırarak yok ettiler. Musul ve Kerkük’te, Suriye’de Kürt ve Türk’ün ortak hareket edilmesi organize edilmelidir. Önce bu başarılmalıdır. Barzani, Talabani ve PKK’nın türevi SDG’nin zindanlarında tuttuğu Türkmenlerin hak ve hukuku gözetilmeli, sürgün edildikleri topraklarına geri dönmeleri sağlanmalıdır. Gasp edilen varlıkları iade edilmelidir. Bunun dışında Anayasa’da yapılacak değişiklikler için atılacak her adım, bin bir zorlukla ve cefayla kurulan ulusal devletimizin parçalanmasına davetiye çıkarır. Tarih bilimdir. Devam edecek.
Yorumlar
Kalan Karakter: