YİNE, “KÜRT-İSLAM” OYUNU MU?
TÜRK- KÜRT- ERMENİ-İSRAİL VE YUNANİSTAN ÜZERİNE KONUŞULAMAYAN GERÇEKLER/DÜŞÜNCELER
Yazan Mustafa DÖNMEZ
İsrail dünyanın gözü önünde soykırım yaparken, onları ileri süren cesaretlendirenler bugün sessizce arkasından çekiliyorlar mı?
Dünyanın hemen her ülkesinde Yahudilere karşı aşırı tepki birikti.
Bugüne kadar 2nci paylaşım savaşında (Holokost) Yahudi mağduriyeti hemen her kesimde kabul görmüşken şu an sıradan bir Yahudi ailesi bile dünyanın hemen her yerinde saldırıya uğruyor. En azından sözlü saldırılarla ağır hakaretlere maruz kalıyorlar.
Ortadoğu halklarına karşı yapılan saldırıların ağır sorumluluğu da İsrail’in üzerine yıkılıyor. An itibari ile Almanya, İngiltere, Fransa, Kanada, İtalya, Rusya ve Amerika işin içinden ellerini yıkayarak çıkmışlar gibi Batı medyalarında İsrail’e karşı zincirleme suç serileri ve dosyalarını açıyorlar. Daha ilginci, İsrail kamuoyu ikiye bölünmüş durumda, çoğunluk Netanyahu’yu istemiyor. Bir seçim olsa Netanyahu’nun seçilemeyeceği açıktır.
Papalık, kendi devlet işlerinin tüm mali kaynaklarını, 80 senedir Yahudilere bırakmış olmasına karşın bugünlerde Yahudiler dışındaki kesimlerle iş birliği yapılıyor. Yollar ayrılıyor. Önemlidir.
Bunlar nesnel verilerdir. Üzerinden birçok yorum, düşünce veya senaryo üretilebilir.
Başka bir tespit Kürtler ile ilgili. Belki ilk defa Yahudi kesimde; Kürtlerin yanar döner olduğu, her an İsrail’e karşı düşmanca hareketlere girişebilecekleri ile ilgili makaleler yazılıyor. Göklere çıkarılan Kürtler Batı’nın hazırladığı düzmece tarihle ortada bırakılmış gibi duruyor. Kürt tarihinde iki konuya çözüm bulamıyorlar. Arkeoloji ve Filoloji. Tarihte yoklar. Her şey Türk’ün kopyası gibi. Bugünlerde şaka gibi Türk yok Kürt var iddialarını Avrupa kentlerinde yaşayan Kürt gençlerinin internet site paylaşımlarında görüyoruz. Cahillik had safhada. Dikkat çekmek istediğim konu: İnandırıcılıkları bugün sorgulanması ilginçtir. Neden şimdi? Yüceltilen Kürtler neden şimdi ters yüz ediliyorlar?
Bilim dalları arasında hile ve sahtekârlığa, çarpıtmaya, ret ve inkâra, yalana en müsait olanı, hiç şüphesiz tarih bilimidir. Yine savaşlara, devrimlere, kütlelerin isyanına, etnik toplulukların sınırları içinde yaşadıkları devletlere baş kaldırmasına zemin hazırlayan da tarih ve onunla akraba olan (antropoloji, arkeoloji vs.) bilim dallarıdır.
Hayali coğrafya ve hayali atalarla ilgili iddialar dünyanın pek çok ülkesinde özellikle küçük etnik gruplar, onlara sempati besleyen yabancı bilim adamları tarafından ortaya atılmıştır; ama hiçbirisi Kürtler kadar mantık ölçülerini zorlamamıştır. Türklere göre “Kürt, Türk’ün dağlısıdır” Araplara göre bazı Arap kabilelerin soyundan gelmedirler (Mudar b. Nizâr, Kürd b. Mard, Rabia b. Nizâr’m soyundan) ve zaman içinde dillerini unutup Farsça konuşmaya başlamışlardır. İranlılara göre ise Perslerin dağlı kabileleridir.
Nitekim ‘Bir El Kitabı’ adlı kitabın yazarı Mehrdad. R.Izady: “en küçük halkların bile dünya müzelerinde sanat eserleri sergilenirken, Kürtlere ait hiçbir eserin, bir halı veya kilimin, hatta kırık bir ok ucunun bile yer almamasından” şikâyet etmektedir. Arkeologlara ve Filologlara sitem etmektedir.
Hadi aradaki adavetten dolayı Türkiye, İran ve Arap müzelerinde Kürt yadigârlarına yer verilmediğini, ret ve inkâr politikası uygulandığını varsayalım; peki Almanlar, Amerikalılar, İngilizler, Fransızlar, Ruslar vs. de mi müzelerimizde Kürtlere ait kırık bir ok ucu dahi sergilemeyelim diye söz birliğimi ettiler? Olmayan şeylerin neyini sergileyecekler?
Bugüne kadar sayısız konferanslar veren Izady, ABD Kongresi'nin Kürtlerle ilgili alt komitelerinde iki kez bilirkişi olarak dinlenmiştir. Kürtlerin baş tacı ettikleri Izady Siyonist’tir.
Kürtçülük yapan entelektüel akademisyenlerin, ‘Zagros’ açmazı vardır.
Kürtler, her üç halkın davetlerini reddederek, hiçbirinden olmadıklarını, aksine köklerinin çok derinlere, Milat öncesine ve hatta Milattan elli bin yıl öncesine kadar giden ataların torunları olduklarını ve “kalûbelâ”dan beri Zagros dağlarında, eteklerinde, Mezopotamya’da ve Anadolu’nun doğu kesimlerinde yaşadıklarını, bu toprakların asli sakin ve sahipleri olduklarını ileri sürmektedirler. Soru ve sorun buradadır. Hayali atalarının doğup büyüdükleri, devletler kurdukları, dünyada her şeyin ilkinin burada icat edildiğini ileri sürdükleri dağ silsilesi “Zagros” kelimesinin hangi halkın diline ait olduğu, ne anlama geldiğini dahi bilmemektedirler. En azından şu ana kadar uydurulamamıştır.
Mazin Bilal adlı Iraklı bir Kürt’ün kaleme aldığı “Kürt Meselesi- Kuruntu ve Gerçek” adlı eserinde belki de söylediği tek gerçek, Kürtlerin bu konuyu sosyolojik ve antropolojik yönden ele almak yerine, lengüistik açıdan ele almak gereklidir. Çıkmaza girmenin anlamı yoktur.’ der.
Profesör V. Minorskiy, (Kürt çalışmalarında büyük bir otorite sayılıyor) tarihsel açıdan 'Kürdistan' sözcüğünün Selçuklular tarafından icat edildiğini kaydediyor. " Minorskiy, Sancar Şah zamanında, Cibal'ın (Zagros) batısındaki eyalete " "Kürdistan" deniyor diyor. Kürdistan, Kürtlerin oturduğu yerdir. Ancak bu tanım doğru olmakla birlikte, "Kürdistan" yine de Kürtlerin oturduğu yeri netlikle göstermiyor. Bu nedenle olabilir; Nikitin şunları yazabiliyor: "Kürtlerin oturduğu ülkeyi tanımak istersek Kürdistan adına dayanamayız. Çünkü bu ad zaman ve mekân içinde bir terimdir. Hem kendisi ve hem de "Ermenistan" nedeniyle değişiyor.’’
Kürdistan sözcüğünü kullanmakla Kürtçülük yapılıyor olsa, bunu öncelikle Selçuklu Sultanlarının ya da Osmanlı Padişahlarının yapmış olması gerekiyor. Çünkü bu sözcüğü Selçuklu Sultanları icat ediyor ve Osmanlılar resmen kullanıyorlar. Kürdistan sözcüğü ise net olarak bir bölgeyi vermiyor. Buna Nikitin de işaret ediyor; sözcük anlamıyla Kürtlerin oturduğu yer olmasına karşın "Kürdistan" yine de Kürtlerin oturduğu yeri tarif etmiyor. Bu nedenle olabilir, Profesör Minorskiy, Kürdistan’a, ‘Kürt nüfusu tarafından işgal edilen ülke’ diyor.
Bir diğer Sovyet Kürdolog Hasretyan'ın sorumluluğunda "Kurdskoe Dvişenie v Novoe i Noveyşee Vremya" başlığıyla yayımlanan çalışmalar da şöyle açıklanıyor: "Türk ordusunun 1830-40 yıllarında Kürdistan'daki askeri harekâtı Kürt feodal ayrılıkçılığının yenilmesi ve bağımsız ya da yarı bağımsız Kürt emirlerinin tasfiyesi ile sonuçlandı. Mahmud, Türk tarihinde olduğu gibi Kürt hareketiyle de bir dönemi kapattı ve yeni bir dönemi açtı.’ Diyor. Bu çalışma notları önemlidir. Anlıyoruz ki, II Mahmut Kürtleri bir araya getirerek merkezi yönetime bağlamış. İşte o birleştirme sonucunda, Osmanlı ileriki yıllarda çok ağır bedeller ödüyor. Yazılamayan, konuşulamayan budur. İleriki yıllarda bir araya getirilen Kürtler, Türklere saldırıyor. Düşmanla işbirliği yapıyor. Kürt ayaklanmalarının çoğu Türkiye'nin yaptığı bir savaşa denk düşüyor. Örneğin Bedirhan ayaklanmasına bakıldığında bu ayaklanma Mısır-Osmanlı savaşı ile iç içe gelişiyor. Avrupa ülkeleri ve bilhassa Rus Çarlığı, Osmanlı-Mısır Savaşına karıştılar. Kürtlerin Osmanlıyı arkadan vurmasının sonucudur. Ermeni tarihçi Garo Sasuni, "Kürt Ulusal Hareketleri ve Ermeni-Kürt ilişkileri" başlıklı çalışmasında aynı bağlantıyı anlatıyor. Kürt-Türk ilişkilerinde isyanların tamamı istinasız bastırılıyor ve isyanın başı ve çetesi asılıyor. Şöyle bir çıkarım yapılsa yanlış olmayacaktır. ‘Durum buysa Osmanlı’nın en zayıf döneminde bile Türklere saldırarak çoluk çocuk demeden öldüren asiler (Tüm isyanlar Osmanlı’nın girdiği bir savaşı fırsat bilinerek) sonunda teslim alınıyor ve asılıyor ise bugün neden onlarla pazarlık yapılıyor? Ne yapılmak isteniyor?
Bir başka pencereden bakılırsa; Bugün Türkiye’de özerklik istenen yerler: Büyük Ermenistan hayalinde olanların düşledikleri yerler ile bire bir örtüşüyor. Ermenilerin başka bir iddiası, Kürtlerin hırsız ve yağmacı olduklarını, kız çocuklarını ve kadınlarını kaçırdıklarını sıkça belirtiyorlar. Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da tüm zenginliklerine Kürtlerin el koyduklarını iddia ediyorlar. Ermenilerin yaşlıları bu kadar ağıt ithamlarla Kürtlerden nefret ediyorken tarihçileri acımasızca Kürtleri aşağılıyorken bugün nasıl oluyor da Kürtçüler ve Ermeniler bir araya gelerek Türk düşmanlığı yapıyorlar?
Kürtler, kimliklerini arıyorlar. Bu nedenle belki de her türlü manipülasyonlara açıktırlar.
II Abdülhamit Kürt Aşiretlerin kaypaklığını, İhanetlerini halk arasında ‘93 harbi’ olarak bilinen 1877- 1878 Rus savaşında yaşayarak görüyor. Kürtler için şöyle bir karar alıyor. ‘Kürtleri birbirinden ayırmak ve Aşiret reislerini maaşa ve rütbeye boğarak Saraya bağlamak’
Abdülhamit yücelttiği kişileri ve yapılanmaları yok etmekle ünlüdür. Bu noktada Siyonistler sahneye çıkıyor. Saklı tarihimiz budur. Ne ilginçtir ki Abdülhamit (daha önce detaylı yazdım) Siyonist bir kişinin evinde son günlerinin önemli bir bölümünü her gün aşağılanarak geçirmeye mahkûm ediliyor.
Kürtler yüzyıllarca bir üst egemenlik altında, katı bir feodal hiyerarşik düzen içinde yaşadılar. Tarih boyunca bir tek devlet kurdular; Irak ile İran sınırı arasında, 16 Bin kişilik nüfusa sahip Sablak'ta, "Mehabad Kürt Cumhuriyeti'’ni kurdular. Tarihte kurdukları tek devletin adı bile Kürtçe değil Farsça oldu. Kürtçe; Kurmanci ve Sorani olmak üzere iki lehçeye sahiptir; Zaza, sanıldığının aksine Kürtçenin bir lehçesi değildir. Tarihteki ilk ve minyatür Kürt devleti İran kuvvetlerinin Sablak’a girmesiyle tarihe karıştı. Kimlikleri hep tartışılıyor. En büyük çoğunluk ve yoğunlukta Türklerin egemenliğinde yaşadılar; Osmanlı’da Yargıçlık yapan İdris-i Bitlisi, Kürt birliğini Osmanlı egemenliği altında sağlamayı bir politika bildi ve Sultan Yavuz Selim'in tarafını tutarak Kürt beylerini üst Osmanlı egemenliği altında gerçekleştirmek politikasını güttü. Ancak bundan sonra hep savaş konusu oldular. Üç yüzyıl Osmanlı-İran savaşının aktörü, kışkırtması ve kurbanı olarak yaşadılar. 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması'yla parçalandılar. Kürtlerin bir bölümü Türk ve diğer bölümü İran egemenliğinde yaşamaya başladılar. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun çözülmesi üzerine artık bir bölümü de Arap’ların egemenliğine girmiş oldular. Araplar, tarihin kaydettiği en şoven ırktandırlar. Diğer bütün kavimleri küçümser ya da aşağılarlar. Türklere, genellikle, "Etrak-ı bi idrak" derler; kafasız Türkler demek oluyor. "Etrak", Arapça Türkün çoğuludur; "Ekrad" ise Kürdün çoğulu oluyor. İranlılara "Acem" diyorlar; "toy" ya da "yabanıl" anlamını da veriyor. Şoven oldukları için çoğunluğu egemenlikleri altındaki Kürtlerin Arap olduğunu iddia etmiyorlar. Kürtlerin olmadığını, "bozulmuş" Türk-İran karışımı bir halk olduğunu ileri sürüyorlar.
Türkler ve Kürtler şu sorunun cevabını bulmalıdırlar: CIA-MOSSAD ve muhipleri; Irak’ı parçaladıklarında hatta tamamıyla işgal ettiklerinde neden Kürtlere bağımsızlık vermediler? Tam tersi engelleme yolunda eylemlerde bulundular. Suriye’de de durum farklı değildir? Tesadüf olabilir mi?
Atatürk ve arkadaşları (içlerinde Kürt olanlarda vardı) Türk’ü Kürt’ten ayıran emperyalist planı görerek eşit yurttaşlık temelinde anayasa yaptılar. Bugün konuşulan ‘komisyon’ bu oluşuma tezat politikalardır. Ayırıma düşerken, Türk-Kürt birlikteliğini sağlıyor görünmek, Büyük Türk Milletini içeriden yıkmak isteyenlere hizmet etmektir. Düşüncesi taşıyorum.
17 yıl Kürtlerin yaşadığı yerlerde, içlerinde yaşadım. Gözleme dayalı çıkarımım; Cumhuriyet kurulduğunda isyana karışan Kürtlerin, ülke içinde iskana tabi tutulanlarının ezici çoğunluğunun bugün Kürtçülük yapmaması, Türk’ü kardeş görmeleridir. Türkiye sınırları dışında (İran, Irak ve Suriye) uzun yıllardır Türk düşmanlığı ekildi, işlendi. Düşmanlık masallarıyla büyümüş bir nesli içimize almak zehirlerini Türk halkına akıtmalarına fırsat vermek, geçim derdinde ezilen yurttaşlarımızın kızgınlık enerjisini düşmanlık cephesinde birleştirmeye hizmet edeceğini düşünüyorum.
Devlet adamlığı seviyesinde strateji ve politikayı birbirinden ayırmaya çalışmak her ikisine de zarar verir. Tarihin bize söylediği; Strateji oluşturmak asla biat edenlerin, sorgulayamayan beyinlerin işi değildir. Tarafgirlik ürettiklerini göremedikleri için yanlış bir hareket tarzı seçmelerine neden olur. Nitekim, Danıştay 8. Dairesinin Andımızın Okullarda okutulması yönündeki kararına uyulmayarak, başında ‘Millî’ yazan Eğitim Bakanlığı kararı temyiz etmesinin PKK’ya verilen tavizler kapsamında olduğunu ve bugün Anayasanın 42 ve 66 maddelerine değiştirmeye yöneldikleri görülmektedir. Ayrıca şu anda komisyon görüşme konularının mevcut yasalara göre ağır suç kapsamında olduğu ve toplum vicdanında kabul görmediği dahi görülemiyor. Görüldüğünde ise geri dönülemez, telafisi mümkün olamaz süreçlerin içine düşmek olacaktır.
Yurtdışındaki Kürtlerle Misak-i Milli kılıfıyla birleşmek uzlaşı ve barış getirmeyecektir. Fitne ve fesat içinde yaşamaya mahkûm edilmiş kişilerin içimize alınması üzerine geliştirilen politikalar bühtandır. Onları sağaltmanın yeri Türkiye toprakları olursa ağır bedeller ödenir. O bedel Türkiye’nin Lübnanlılaştırılması olur. Hedef Türkiye değil ise; yaşanan olaylar, tarihsel olguların hepsi birer tesadüftür ve ben yanılıyorumdur. Tarihsel bilgiler ışığında düşünmeye, süreci sorgulamaya devam edelim.
Yorumlar
Kalan Karakter: