Yaşar Pooralı - Gazeteci ve araştırmacı
Yaklaşık yüz yıl önce, Kaçar Türk hanedanlığının bastırılmasının ardından, İngiltere, Fransa, Amerika Birleşik Devletleri gibi büyük Avrupa güçlerinin müdahalesi ve desteğiyle İran’da Fars merkezli Pehlevi yönetimi kuruldu. Bu girişimin temel amacı, İran ve Orta Doğu bölgesinde Türklerin konumunu zayıflatmaktı.
Pehlevi’nin 56 yıl süren Fars merkezli yönetimi boyunca, Rusya’nın etkin varlığı ve İran’daki Tudeh Partisi’nin nüfuzu nedeniyle, İngiltere ve Fransa, Rusya ile rekabet etmek ve onun etkisini azaltmak amacıyla, 1979 anti-monarşi olayları sürecinde İran’da tekrar Fars yapısına sahip İslami bir yönetimi tesis ettiler.
Günümüzde, ABD, Rusya, Çin ve Avrupa ile rekabet ederken, Minsk görüşmelerinden Azerbaycan ve Ermenistan’ı dışlayarak, tam yüz yıl sonra, Türk dünyasının hayati önemdeki ulaşım yolu olan Zengezur Koridoru’nu koruma ve desteklemek için yeni bir yüz yıllık anlaşmayla sahneye geri dönmüştür. "Trump Koridoru" olarak anılacak bu stratejik yol, sadece İran’ın bölgedeki rolünü değil, aynı zamanda Rusya ve Avrupa’nın varlığını da zayıflatacak ve Türkçe konuşan ülkeler arasında köprü kurulmasında önemli bir işlev görecektir.
Peki, ABD Başkanı Donald Trump neden bölgedeki Türklere düşman olmak yerine, yüz yıllık bir anlaşma yaparak Türk ülkeleriyle dostluk ve iş birliğini garanti altına almaya çalışmaktadır?
Her ne kadar ABD’nin bölgedeki yüz yıllık varlığı Türkler için kabul edilebilir olmasa da, bölgenin tam egemenliği konusunda endişeler doğurabilir.
Bu soruya cevap vermek için birkaç temel noktaya dikkat etmek gerekir. Öncelikle, ABD yalnızca Çin, Rusya ve Avrupa ile geniş çaplı bir rekabet içinde değil, aynı zamanda kendi içinde de karmaşık bir rekabetle karşı karşıyadır. Bu rekabetlerden en önemlisi, dolar basım yetkisi ve istifadesi Federal Rezerv kontrolünü elinde tutan büyük özel şirketler ile federal hükümet arasındaki çekişmedir. Bu şirketler, güçlü ekonomik nüfuslarıyla ABD finansal yönetiminde önemli bir güç elde etmiş ve çıkarları doğrultusunda ülke politikalarını etkileyebilmektedir.
ABD dolarının basımı büyük ölçüde Federal Rezerv’in elindedir; Federal Rezerv yarı özel, federal hükümetten bağımsız bir yapıya sahiptir ve bu özel bankaların para basımı üzerindeki kontrolü onlara büyük ekonomik güç vermektedir. ABD içindeki önemli rekabetlerden biri de federal hükümet ile dolar basım ve kullanim Federal Rezerv kontrolünü elinde tutan özel şirketler arasındadır. Bu şirketler geniş ekonomik nüfuslarıyla finansal yönetim üzerinde söz sahibidir ve ülke politikalarını kendi çıkarlarına göre yönlendirebilirler.
Önceki ABD hükümetleri dolar kontrolünü merkezi hükümete geri alma çabaları göstermiş ancak başarı elde edememiştir. Dijital para teknolojilerinin ortaya çıkmasıyla koşullar değişmiştir. Dijital paraların piyasaya girişi, jeopolitik rekabet ve politikaların etkisiyle, küresel finans sisteminin geleceğinde belirleyici rol oynamaktadır. Bu süreçte kritik faktörlerden biri, devletlerin resmi olarak dijital para üretimine girmesidir. ABD hükümeti de Merkez Bankası Dijital Parası (Central Bank Digital Currency – CBDC), yani “dijital dolar” üretimini planlamakta ve incelemektedir. Bu durum, özel bankaların para alanındaki nüfuzunu önemli ölçüde azaltabilir.
Öte yandan, Çin ve Rusya ve Avrupafski gibi önemli ülkeler de ulusal dijital paralarını geliştirme ve hayata geçirme aşamasındadır. Bu para rekabeti, ABD dolarının küresel finans sistemindeki konumunu zorlayabilir. Böyle bir ortamda, bölgede stratejik ve kritik koridorlara sahip olmak, jeopolitik önemin yanında, doların değerinin ve hatta ABD’nin dijital dolarının korunmasına katkı sağlayabilir. Çünkü gelecekte bölgesel işlemler daha çok dijital dolar kullanılarak yapılacak ve bu durum ABD federal hükümetinin bölgedeki ekonomik ve finansal gelişmeler üzerindeki etkisini artıracaktır.
Bu çerçevede, Türkçe konuşan ülkelerle uzun vadeli anlaşmalar yoluyla stratejik ilişkilerin korunması ve güçlendirilmesi, ABD’nin ekonomik ve jeopolitik çıkarlarını garanti altına alacak ve küresel rekabette konumunu sağlamlaştıracaktır.
Asıl meseleye dönersek, coğrafi ve stratejik açıdan Zengezur Koridoru’nun 43 kilometrelik uzunluğu yüksek öneme sahiptir ve Azerbaycan’ı Nahçıvan ve Türkiye’ye bağlayan hayati bir yol olarak kabul edilmektedir. Ancak, bu koridorun başarısında belirleyici unsur Türkiye’dir. Gerçekten de Türkiye, kendi topraklarından geçiş ve kullanım izni vermediği takdirde, Zengezur Koridoru’nun değeri ve işlevi ciddi şekilde azalacak ve jeopolitik hedeflerin birçoğu gerçekleşemeyecektir.
Analitik açıdan, Türkiye; stratejik konumu, ekonomik kapasitesi ve bölgesel politikalarıyla bu denklemde ana oyuncudur. Bence Türkiye’nin iş birliği veya muhalefeti, bu koridorun kaderini ve bölgesel ile uluslararası gelişmelerde oynayacağı rolü belirleyecektir.
Dolayısıyla, Zengezur Koridoru önemli bir adımdır, ancak Türkiye’nin rızası ve aktif katılımı olmadan bu yolun tam ve etkili çalışması, Türk dünyası, Avrupa ve Orta Asya arasında geniş çaplı bir iletişim köprüsü kurulması beklenemez.
Zengezur Koridoru’ndan daha da önemlisi, İran’ın kuzeybatısında yer alan Güney Azerbaycan bölgesidir. Bu bölge yıllardır “Güney Azerbaycan Türk Dünyasının Altın Köprüsüdür” sloganıyla tanınmaktadır. Yaklaşık 1145 kilometrelik kara sınırıyla Türkiye’yi doğrudan Azerbaycan’a bağlama potansiyeli taşıyan bu bölge, Ermenistan topraklarından geçiş veya Zengezur Koridoru kullanımı gerektirmeden stratejik bir bağlantı imkânı sunmaktadır.
Coğrafi açıdan tamamen Türk nüfusunun yaşadığı bu bölge, Türk dünyasında kilit rol oynayabiler. Bazı politikacılar ve saygın medya kuruluşları Güney Azerbaycan coğrafyasında 35 milyon Türk yaşadığı yanılgısını yaymaktadır. Oysa İran’daki yaklaşık 45 milyon Türk nüfusunun yalnızca yaklaşık 15 milyonu bu coğrafyada ikamet etmektedir. Geri kalan 30 milyondan fazla Türk, özellikle İstanbul’dan sonra dünyanın en büyük ikinci Türk nüfusuna sahip olan Tahran gibi çeşitli İran bölgelerinde yaşamaktadır. Bu nüfus dağılımı, İran’daki Türklerin jeopolitik, kültürel ve siyasi önemini artırmış ve bölgenin gelecekteki gelişmelerindeki rollerini belirginleştirmiştir.
Türklerin İran’daki varlığı binlerce yıl öncesine dayanmakla birlikte, bu tartışmanın odağı son bin yıl olmalıdır; zira bu süreçte Türkler İran yönetim yapısında önemli roller üstlenmiş ve birçok Türk kökenli hanedan bu topraklarda hüküm sürmüştür. Bu durum, onların devlet yönetimindeki güç ve yeteneklerini ortaya koymuş, siyasi ve kültürel konumlarını pekiştirmiştir. Ancak, son yüzyılda bölgedeki büyük güçler çoğunlukla Türk nüfusun etkisini zayıflatmaya çalışmıştır. Bugün Azerbaycan Cumhuriyeti’nin güçlenmesi, Türkiye’nin bölgedeki nüfuzunun artması ve Trump yönetiminin Türk ülkelerine yaklaşımının yakınlaşması, jeopolitik dengelerde köklü değişimlerin işaretleridir.
Bu gelişmeler, Avrupa, Rusya ve Çin ile bölgesel ve küresel rekabet bağlamında İran coğrafyasında köklü değişikliklerin zeminini hazırlayabilir. Buna karşılık, İran merkezli Fars hükümetinin Rusya, Çin ve Avrupa ile yakın dostluk ve iş birliği içinde olması, İranşehri akımları ve Farsça konuşan güç odaklarında bariz tepkilere yol açmış ve bu tepkiler ülkedeki siyasi ve sosyal alanlarda açıkça görülmektedir.
Yüz yıl önce İngiltere, Fransa ve Rusya gibi dış güçlerin desteğiyle kurulan ve İranşehri ve Pan-Farsist düşünceleriyle uyumlu olan Fars merkezli devlet yönetiminin ardından, bugün halk arasında bu Fars rejimine yönelik geniş çaplı bir umutsuzluk bulunmaktadır. Bu umutsuzluğun temelinde, merkezi hükümetin İran’ın farklı etnik gruplarının taleplerine cevap verememesi ve başarısızlığı yatmaktadır.
Günümüzde, Türklerin milli uyanışı ve toplumsal, siyasi hatta devlet kurumlarındaki güçlü varlığı, İran’ın siyasi, sosyal ve ekonomik coğrafyasında köklü değişikliklerin önünü açabilir. İran şehircilik akımları ve Farsça konuşan güç odaklarının bu değişimlere karşı şiddetli tepkileri, ülke içindeki resmi politikalar ile halkın gerçek talepleri arasındaki derin uçurumu göstermektedir. Bu uçurum, ülkenin geleceğinde ciddi ve etkili dönüşümlerin tetikleyicisi olabilir.
Bu gerilimler ve umutsuzluk yalnızca merkezi hükümetle sınırlı olmayıp, İran’ın diğer millet ve etnik grupları arasında da bariz biçimde görülmektedir. Bunun en somut örneği, son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, İranşehri anlayışına ve merkezi Fars yönetiminin politikasına geniş çaplı muhalefeti yansıtan bir aday olan Pezeshkian’ın varlığıdır. Bu gelişmeler, İran’ın etnik ve ulusal idealleri ile resmi politikalar arasında derin farklılıklar olduğunu ve bunun gelecekte ülkenin siyasi ve sosyal yapısını etkileyeceğini göstermektedir.
Genel olarak, İranşehri merkezli politikalar ile özellikle Türk halkının talepleri arasındaki uçurum, bölgede halkların iradesine dayanan milli, Türk eksenli bağımsız bir yönetim kurulması yolunu açabilir. Böyle bir gelişme gerçekleşirse, İran Türk dünyası ile güçlü bağları olan bağımsız ve güçlü bir ülke konumuna gelir ve bölgesel ile küresel dengelerde etkin rol oynar. Ancak, ABD’de özel şirketlerin siyasi gücünün devlet politikalarının önüne geçmesi durumunda, Fars rejiminin Türkler karşısında yeniden güçlenmesi söz konusuda olabilir.
Yorumlar
Kalan Karakter: