Türkiye Haber Kameramanları Derneği tarafından hazırlanan ve orman yangınlarını sahada takip eden habercilerin tanıklıklarını kaleme aldığı “yakMA” kitabının tanıtım lansmanı, 19 Haziran 2025 Perşembe günü Orman Genel Müdürlüğü Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi.
Tarım ve Orman Bakanı Sayın İbrahim Yumaklı’nın da katılım gösterdiği etkinlikte, yangınla mücadelede yaşanan zorluklar, gazetecilerin sahadaki gözlemleri ve bu gözlemlerin edebi yansımaları ön plana çıktı.
Kitapta öyküsüyle yer alan köşe yazarımız Ayşe Gülçin İlhan da lansmana katılım sağladı. “Dut Ağacı Boyunca” adlı etkileyici öyküsüyle kitaba katkıda bulunan İlhan, programda plaketle onurlandırıldı.
Yazarımızın kaleme aldığı bu öykü; yalnızca bir orman yangınının izlerini değil, aynı zamanda doğayla kurulan derin bağın, kayıpların ve tanıklığın duygusal iz düşümünü okuyucuya sunuyor.
“yakMA” kitabında yer almasından onur duyduğumuz köşe yazarımız Ayşe Gülçin İlhan’a teşekkür ediyor ve bu güzel öyküyü paylaşıyoruz:
DUT AĞACI BOYUNCA
Epeyce vakit geçmiş gibi üzerinden lâkin anılar hep taze, tıpkı bahçemizdeki dut ağacının gevrek ve kırılgan dalları gibi…
Çocukluğu 1980’li yıllara denk gelmiş bir kız çocuğunun gözünden ‘ağaç deyip geçmemeli’ sözünün kısa öyküsünü bir kenara not etmek iyi gelir ruh alemine.
Ankara’nın gece kondu semtlerinin birinde bahçenin en derin köşesinde büyükçe bir dut ağacı tüm heybetiyle öylece bizi beklerdi teyzemin sevgi dolu evinde…
Dalları nasıl da genişti Allah’ım! Sanki tüm aileyi kucaklar, himaye eder, besler, sever ve kollardı tıpkı baba gibi. Boyum o kadar kısaymış ki ağacın tepesini arşı alâda sanırdım. Genişçe gövdesine iki kardeş sarılsak da kollarımız onu sarmaya yetemez, kısa kalırdı.
O vakitler aile kalabalık, henüz kimse göçmemiş bu dünyadan büyüklerimiz başımızda. Hele ki babalarımız hayatta, tam ve bütünüz tıpkı dut ağacının geniş mi geniş kökleri gibi ve daima rengarenk uçurtmalar uçurduğumuz mavi gökyüzü gibi.
Teyzem büyükçe çarşaflar ve örtüleri hazır ederdi her yaz. ‘Dut çırpmak’ ritüelini sabırsızlıkla bekler, nasıl da heyecanlanırdık çocuk heveslerimizle. Ne güzeldir çocukluk. Hevesi bol çekincesi az gülmesi çok neşesi kaçıncasız. Ailenin boyu uzun delikanlıları sincap gibi tırmanır ağacın en tepesine. Ara dallara ulaşır: ‘aman oğlum dikkat et dallar pek gevrek!’ uyarıları eşliğinde.
Altı yedi kişi ağacın altında o büyük örtüleri açıp bekler. O esnada bir türkü tutturur anneannem: ‘dut ağacı boyunca dut yemedim doyunca!’ Ne güzeldi sesi, ailenin birliği huzur ve güven bulurdu o türküde.
Türkü bir yandan biz çocukların koşuşturması bir yandan teyze oğulları ve dayım dut ağacının dallarını hızlıca sallamaya başlar. Genişçe dut yapraklarının o sarsılmayla çıkardıkları hışırtı ve dutların patırtı sesiyle bir bir örtüye düşüş halleri bugün gibi gözümün önünde. Örtüye isabet edemeyip dışarı düşenleri de biz çocuklar dikkatlice toplar, bakır kevgire doldururduk. Tek tanesine bile kıyamazdım çünkü tanıştığım, katıksız en sevdiğim ilk tatlıydı dut. O sadece bir yaz meyvesi değildi benim için. İri iri, şerbetli, ya olgun yumuşak yahut diri. Annemden gelen uyarıyı hiç dikkate almazdım: ‘Çok yemeyin, karnınız ağrır!’ Ben dutu hep çok yerdim ve hiç karnım ağrımazdı çünkü severdim. O zamandan öğrendim severek yapılan hiçbir işin insanı yormadığını ve hasta etmediğini. Asıl hasta edenin insanın sevdiği şeylerden yoksun olurken hissettiği iç acısı olduğunu. Dalından yemeyi unutup doğala özdeş aromalarla bünyeyi kandırış hallerimizi.
Dut çırpılma işi biter, dutlar kaplara yerleştirilir ve artık yemek zamanı gelmiştir ve dut ağacının gölgesine sofra kurma vaktidir. Temmuzun kavurucu sıcağında o ağacın gölgesi nasıl ferahlatır insanı, nasıl huzur verirdi o bir tanecik dut ağacı hiç unutulur mu? Klimanın varlığını bilmezdik bile, çünkü bizim dut ağacımız vardı.
Ağaçlar doğayı yaşatmak, yer küreye verdiği organik ve biyolojik yararlılık ile sürdürülebilir kalkınma projelerinde başat rolü oynamanın ötesinde aynı zamanda sosyal birleştiricidir. Bir araya getiren ve orada tutandır. Anadolu’nun çok anlamlı bir sözü vardır: ‘Bir ağaç altında bin koyun eylenir!’ Derler. Yani bir ağaç bile çok şeyi kapsar ve ifade eder.
İşte bizim dut ağacımız da o Ankaralı kalabalık aile için çok şey demekti. Yıllar önce kesildi o ağaç. Yerine evler yapıldı, evlerin balkonlarında minik saksılara seralardan alınmış rengarenk çiçekler dizelendi. Hep düşündü kız çocuğu; ‘acaba o dut ağacının ruhu şimdi saksılarda mı?’
İşte şimdi bugünlerden o günlere bir mektup yazılacak olsa ilk satırı şöyle olurdu:
‘Canım dut ağacı!
Biliyor musun herkes gitti. Sen de yoksun artık. Ve ben ailemi, akrabalarımı, çocukluğumu ve seni çok özlüyorum. Unutmadım seni dut ağacı…’
Ayşe Gülçin İLHAN
Sanat Tarihçi / Yazar
Nisan 2025
Ankara
Yorumlar
Kalan Karakter: