Fener Rum Kilisesi başpapazı Bartholomeos Atina’da katıldığı bir programda Heybeliada Ruhban Okulu’nun Eylül 2026 tarihinde açılabileceğine dair açıklamalarda bulundu. Bu okul ne zaman ve neden kapatıldı?1. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele döneminden kapandığı tarihe kadar bu okul nasıl bir vazife yerine getirdi?
Öncelikle Fener Rum Kilisesi’nin attığı her adımda salt dini bir amaç, inanç özgürlüğü aramamak lazım. Attıkları adımın neredeyse tamamı siyaset üzerinedir ve yaptıkları bütün işler neredeyse algı operasyonudur. Mesela ruhban okulunun kapatılma meselesine bakacak olursak; vatikan1971 yılında Anayasa Mahkemesi kapatılma kararını alıyor ve diyor ki; özel yüksek okullar kapatılacaktır. Konunun direkt olarak Fener’e bağlı ruhban okuluyla bir alakası yoktur. İzmir’deki bir özel yüksek okul için bu karar alınmıştır. Sekiz kişinin diploması iptal edilmiştir. Sonra hem Anayasa’nın eşitlik ilkesine hem de üniversitelerin kuruluş prensiplerine aykırı olduğundan dolayı kapatılmıştır. Buna rağmen devlet diyor ki; önce 1971 yılında Ankara Üniversitesi bünyesinde bu ilahiyat dersleri verilsin ve oraya bağlı olunsun. Yine aynı şekilde 1999 yılında bu sefer de İstanbul Üniversitesi üzerinden bunu yapalım diyorlar. Bunları Fener kabul etmiyor. Şimdi Fener Rum kilisesi dediğimiz yerin başında gerçek bir kişi vardır. Hukuki olarak gerçek bir kişidir ve tüzel kişiliği yoktur. Buna rağmen bir orta yol bulunsun diye üniversite bünyesine bağlı bir şekilde olmasını söylüyorlar. Bu eğitimlere oradan devam edilmesini söylüyorlar. Onlar bunu bir türlü kabul etmiyor ve kapatıldık diyor. Bakın, şimdi danışmanı olan hukukçu Hatemi de aynı şeyi yapıyor. Ortadaki hukuku yok sayıyorlar, sıkıntı zaten burada. Direkt olarak onlara karşı yapılmış bir durum yok.
1949’da Athenagoras’ın gelmesiyle beraber -yasalarımıza aykırı bir şekilde Amerika’dan gönderdiler- ne Osmanlı İmparatorluğu’nda ne Türkiye Cumhuriyeti’nde Türk vatandaşı olmayan biri Fener’in başına geçemez. O zaman tabi adı İstanbul Patrikliği olarak geçiyordu, şimdi Fener Rum Kilisesi olarak geçiyor. Lozan’dan sonra bir azınlık kilisesi statüsüne düşürüldü. Bu da ne demektir? Sadece İstanbul’da bulunan ve adalarda, mübadeleye tâbi tutulmamış geri kalan Rum asıllı Türk vatandaşlarının dini vecibelerini yerine getirmektir. Ama bir ruhban okulu meselesinde bile hem hukukun hem Türkiye Cumhuriyeti’nin aldığı kararların aksi yönünde adımlar atmaktadırlar. Bu ruhban okulu meselesi de tam olarak budur. Hiçbir şekilde onlara kasıtlı yaptığımız, dini inançlarını yaşamasınlar, onları kısıtlayalım diye bir davranış yok. Çünkü bu durum Anayasa’nın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine de aykırıdır. Tam kapitülasyon olmuyor ama onların istediğine bir yerde kapitülasyon diyebiliriz.
Türkiye Cumhuriyeti önce 1971’de Ankara Üniversitesi bünyesinde, 1999’da da İstanbul Üniversitesi bünyesinde gelin bunu yapın dedi. Ama onların istediği şey tamamen bu tüzel kişiliğe sahip olmak. Gerçek kişi onlara yetmiyor, bu tüzel kişilikle beraber de ekümenikliğin önünü açmak istiyorlar. Bütün mesele bundan ibaret. Onun dışında avukatlarının söyledikleri de kendi yaptıkları açıklamalar da tamamen algı operasyonlarıdır. Okul kapalı değil. 1971’de kapatılan şey yüksekokuldu. Anayasa’nın 130. maddesinde üniversitelerin nasıl kurulacağı belirtiliyor. Anayasa’ya göre özel yüksek okul kurulamaz. Türkiye’de iki çeşit üniversite vardır: Devlet ve vakıf. Özel üniversite diye bir şey yoktur. Ancak meclis kararıyla üniversite kurulabilir. Gerçek bir kişi üniversite kuramaz, tüzel kişiliğe sahip olması gerekiyor. Millî Eğitim Bakanlığı da zaten oradaki okula müdür yardımcısı atamaya devam ediyor. Onların istediği şey yüksek okul. Karıştırılan durum budur. Ama hukukçular bile hukuku eğip bükerek propaganda yaptıkları için insanlar ne olduğunu anlayamıyor. Mesele bundan ibaret aslında.
Bartholomeos’un birçok ülkeyle görüşerek Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması için Türk hükümetine baskı yapılmasını talep ettiği biliniyor. Bu okulun yeniden faaliyete geçirilmek istenmesinin altında hangi gerçekler yatıyor?
Bu tüzelliğin alınmasıyla beraber ekümenikliğin önünü açmak istiyorlar. Zaten bu hem Lozan’ın hem Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın hukukuna aykırı bir durumdur. Biliyorsunuz ki gittiği her yerde, uluslararası sahnede kendini Yeni Roma ve Konstantinopolis ekümenik patriği diye tanıtıyor. Hatta geçtiğimiz yıllarda 15-16 Haziran’da İsviçre’de düzenlenen Ukrayna Barış Zirvesi’nde Türkiye Cumhuriyeti’ni temsilen resmi olarak Dış İşleri Bakanlığı orada bulunurken yanında ekümenik patriği sıfatıyla kendisi de bulunmuştu. Vatikan dediğimiz oluşuma baktığımızda nev-i şahsına münhasır yani “sui generis” bir devlettir. Devletçik yapılanması vardır. Uluslararası temsiliyeti vardır. Yani orada Vatikan’ın bulunması, Fener Rum Kilisesi’nin de bulunacağı anlamına gelmiyor. Hiçbir şekilde öyle bir hukuki eşitliği yok. Yargıtay kararı olmasına rağmen Dış İşleri Bakanlığı, Türkiye Cumhuriyeti’ni temsilen oradayken Türkiye içinde neredeyse dinci bölücülük faaliyeti yürüten birinin orada ekümenik sıfatıyla bulunması büyük bir fiyaskoydu. Bunun gibi gittikleri her yerde bunu yapıyorlar. Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 2007 yılında 5603 sayılı ilamı bulunuyor ve bu karar Türkiye Cumhuriyeti’nin iç meselesi hususunda alınmış bir karardır. Fener Rum Kilisesi, Bulgar cemaatinin içişlerine karışıyor. Yargıtay da anayasanın eşitlik ilkesine, Türkiye Cumhuriyeti Kanunnamesine, din özgürlüğüne ve Lozan’a atıfta bulunarak bunları yapamayacağını söylüyor. Ama 2007’den beri istedikleri her şeyi yapıyorlar. Bu ruhban okulunun açılmasıyla beraber tüzel kişiliğe sahip olacak ve sonra da ekümenikliğini bir yerde kabul ettirmiş olacak. Çünkü dünyanın her yerinden öğrencileri buraya getirecek ki zaten şu anda da ona benzer bir şey yapıyor. Ukrayna meselesinde gördüğümüz gibi otosefali vermesi; Amerika’daki, Avustralya’daki, Avrupa’daki kiliselerin iç işlerine karışması, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisindeki cemaatlerin içişlerine karışması, bunların hepsi hukuksuzdur. Ama bunlar tüzel kişiliği aldığında artık resmi olacak. Hukuki olarak bunu yapmaya devam edecek ve resmi olarak Cumhuriyet’ten bir parça koparmış olacak çünkü ekümenikliğe sahip olabilmek için ekümene sahip olması gerekir. O da ne demektir? Kendi şehir devleti içerisinde kendi hukuku, kendi eğitim sistemi, kendi koruma ordusu olacak, teker teker bunlara sahip olacak ve bunu yasal bir zeminde yapabilecek. Bu yüzden bu kadar ısrar ediyorlar ve bu kadar istiyorlar. Birçok yerde ayinler düzenliyorlar, bu da yasalara aykırıdır. Öyle bir yetkileri, hakları yok. Ne Lozan’da ne de yasalarımızda böyle bir yetki var. Antel’dan tutun da Sümela, Bozcaada gibi birçok yerde bu törenleri düzenliyorlar. Yurt içinde ve yurt dışında gittiği yerlerde adeta devlet yetkilisiymiş gibi karşılanıyor. Bunların hepsi yasalara aykırı. İnsanların hepsine bu hukuku anlatmaya çalışıyoruz ama ne yazık ki anlaşılmıyor.
Geçtiğimiz 29 Mayıs’ta Yunanistan’da 1453 tarihinde hayatını kaybedenler adına düzenlenen bir törene katılan Bartholomeos'a Yunanistan Milli Savunma Bakanı’nın ‘Megali İdea’yı çağrıştıran bir harita takdim ettiği görüldü. Burada verilmek istenen mesaj sizce nedir?
Direkt olarak kafa tutmaktır bu. Allayıp pullamanın alemi yok. Megali İdea hiçbir zaman vazgeçmedikleri bir ülkü. 1821’de Mora Yarımadası’nda kırk bin Türk’ün katledildiği günden itibaren Megali İdea, akıllarının bir köşesinde durmaya devam etti. Hiçbir zaman vazgeçmediler. Bunu Lozan’dan sonra atılan adımlarda da Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında da görüyoruz. Fener Rum Kilisesi üzerinden Kıbrıs’ta yapılan katliamları, zulümleri de görüyoruz. Avrupa’dan Amerika’dan alınan paranın Fener Rum Kilisesi üzerinden EOKA’ya Kıbrıs’a aktarıldığını görüyoruz. 1949 yılında Athenagoras’ın yasal olmayan bir biçimde başpapaz olarak atanması ve Amerikan başkanının özel uçağıyla gelmesi ve ekümenikliğinin ilan edileceği, yüksek okulun açılacağı gibi olaylar vazgeçmediklerini gösteriyor. Bütün adımlarını ona göre atıyorlar. Gülümsemelerine, iyi davranmalarına poz vermelerine ne yazık ki bizim halkımız kanıyor.
Şöyle bir durum var, insanlar bunu bir mezhep meselesi gibi görüyor. Fener Rum Kilisesi’nin yirminci yüzyılda bu kadar yükseltilmesinin aslında başlıca sebebi bir yandan Sovyetler meselesiydi. Dinin yasaklanması ve Ortodoks dünyasının Fener üzerinden yönetilmeye çalışılması tamamen siyasi bir oyundu. Nasıl yeşil kuşak teorileri kurulduysa, nasıl din siyasete alet edildiyse bunun ayaklarından bir tanesi de Fener Rum Kilisesi’dir. Biz bunu bir zenginlik gibi görmeye çalışıyoruz. İnanç turizmi oluyor, insanlar gelip turistik faaliyetlerde bulunuyor “böyle bir değerin” topraklarımızda olmasından ötürü bizim onları kontrol ettiğimiz yalanlarıyla kendimizi kandırıyoruz. Böyle bir şey yok. Bütün Batı desteği bunların arkasındadır. Bu sebeple durum çok tehlikelidir.
Günümüzde Rusya Federasyonu ya da diğer Ortodoks cemaatlerin ülkelerinin geleceği İstanbul’dan yönetilecek diye bir şey yok. Bu verilen haritada da görüyoruz ki adeta vatan bütünlüğüne kastediliyor. Bu hukuki olmayan kararların sürekli alınması, Batı’nın bu kadar büyük destek vermesi Türkiye Cumhuriyeti’nin sonunu getirmek istediklerinin bir kanıtıdır. İnsanlar da zannediyor ki Ortodoks dünyası İstanbul’dan yönetilecek… Hiç böyle bir düşünceleri yok... Yani Fethullah’ın bulunduğu, papanın bulunduğu, Bartholomeos’un bulunduğu dinler arası diyalogda zaten bunu gördük. Birçok sapkın tarikat da Fethullah gibi teröristler de Megali İdeacılar da dinler arası diyalog projesinin içerisindeydi. Bunun inanç hürriyetiyle alakası olmadığı aşikâr. Bu haritanın verilmesinden önce Yunanistan’daki bağımsızlık gününde askerler tarafından Türklere edilen hakaretleri de gördük. Bu papaz bir Türk vatandaşı olmasına rağmen gidip durmaksızın oradaki yetkililerle vs. görüşüyor. Yunanistan özel uçakları ile seyahat ediyor. Bu nasıl tam bağımsızlığın karşısında bulunmak? Böyle bir saçmalık olabilir mi? Bir devlet bunu kabul edebilir mi? Bütün sıkıntı burada. Adamlar açık bir şekilde bütün isteklerini gösteriyor. Ekümenik olduğunu iddia ediyor, katıldığı uluslararası toplantılarda İstanbul demek yerine Yeni Roma ve Konstantinopolis diyor. Ayan beyan ortada ama insanlar turistik bir fayda sağlayacak diye, yok inanç turizmi, yok böyle bir değer bizdeymiş diye kendilerini kandırıyorlar. Kendisi tamamen Fatih Kaymakamlığına bağlı bir dini kişidir. Bir cami imamından daha fazla kudreti, daha fazla yasal hakkı yoktur ama insanlarımız bunu ne yazık ki bir türlü anlayamıyor. Hristiyanlar bu konuyu kendi arasında halletsin diye bakıyorlar. Atılan bu adımlar tamamen millî güvenlik sorunudur; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na karşı atılan adımlardır, kafa tutmaktır.
İznik meselesi de ekümenik iddialarının önünü açmak içindi. Artık Vatikan’la beraberiz, barışıyoruz mesajı veriliyor. Onlar 1054 yılında birbirlerini konsillerde alınan kararlardan sonra aforoz ediyor. 20. yüzyılın sonuna doğru üçüncü ya da dördüncü çeyrekte dinler arası diyalogla barışıyorlar. 1900’lerin ikinci yarısına kadar birbirlerini tanımıyorlardı. Şimdi de İznik’te bir araya gelmek demek, Katolik dünyasının başının, Ortodoks dünyasının başını Bartholomeos olarak, Fener Rum Kilisesi olarak görmesi demektir. Kişiler geçicidir, kurumu öyle görüyorlar. Bütün dünya da bunu böyle görecek. Rus nüfusun bir önemi yok, diğer biz Türk Hristiyanların bir önemi yok, Avrupa’daki onlara bağlı olmayan diğer Ortodoksların bir önemi yok. Yüz milyonlarca kişinin başında birkaç bin kişilik kilise var demektir, İznik’te onu yapmaya çalıştılar. Şimdi bu ruhban okulu meselesi ile yasal olarak statüyü almaya çalışıyorlar.
2026 Eylül’de açılacağı söylenen ruhban okulunun açılacağına da ihtimal vermiyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğüne uzun yıllardır saldırıda bulunan kimselere istediklerini kendi elimizle altın tepside sunabilecek kadrolara sahip olduğumuzu düşünmüyorum daha doğrusu düşünmek istemiyorum. Bu durum Anayasa Mahkemesinin aldığı kararlara, Yargıtay’ın aldığı kararlara direkt olarak karşıdır. Anayasanın bu kadar çiğnenmesinin kanıksanması bu ülkede zaten büyük bir problem. Anayasayı çiğnemek, ona karşı bir adım atmak büyük bir suçtur. Öyle iki gün hapisle atlatılabilecek bir suç değildir. Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya çalışmak çok büyük bir suçtur. Bu adımların atılması da Anayasaya karşı işlenen suçlardır. Bu yüzden adımlar atılsa dahi nihayete varacağına ben ihtimal vermiyorum. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bundan çok daha güçlüdür. İki günlük siyasetçiler istedikleri gibi yasaları, anayasayı, ülkenin geleceğini kötü yerlere götürüp ne yazık ki şahsi menfaatleri için bu kadar oyun oynuyor olabilirler. Ama ortada bir devlet vardır ve bunlara hiçbir şekilde müsaade edileceğine ben ihtimal vermiyorum. Hükümetler oturup yeni anayasa yapamaz, kurucu hükümetler yeni anayasa yapar. Maddeler değiştirilebilir ama yeni anayasa yapmak rejimin ilgası demektir.
Türk milleti bütün bu gelişmeler karşısında nasıl bir tavır takınmalı? Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerine düşen vazifeler nelerdir?
Ülkeyi korumaktır. Dediğimiz gibi ortada olan biten her şey tamamen siyasî, inançla alakası olan durumlar değil. O yüzden insanlar tabii ki de böyle bir hususta nefret gütmemeli, 1955 olayları gibi... İnsanlar bilinçlenmeli. İnsanımız bilinçlendirildiğinde zaten onlar bu adımları atamayacak. Bizim insanımız o kadar temiz kalpli ki… Gittiği yerlerde öyle karşılanmasının sebebi cehalettir. Biz herkese kucak açıyoruz, yılanlara bile… Biz Türk olarak doğruyu yanlışı bilmek zorundayız. Ben bir Türk Hristiyan’ım insanlar anlayamıyor ama biz 1500 yıldır Hristiyanlığı kabul etmiş, Kıpçak boyundan, Oğuz boyundan insanlarız. Bunu anlayamıyorken Megali İdeayı nasıl anlayacaklar. Zaten okullarımızda eğitim kalmadı. Ne millî ne eğitim ortada yıllardır doğru düzgün bir şey yok. Bize Millî Mücadele’yi, Türklerin nasıl katledildiğini unutturuyorlar. Türklere yapılan soykırımları Türkler bilmiyor. Mora’da, Anadolu’da, Pontusların Karadeniz’de yaptığı, denizin renginin kırmızıya döndüğü katliamlar; Balkanlar’da, Türkistan’da, Kıbrıs’ta bize yapılanlar anlatılmıyor. Anlatılmadığı için insanlar bilmiyor, Papa’dır değerimizdir diye bakıyorlar. Ülkenin içinden ülkeyi yıkmaya çalışıyorlar. O yüzden insanların bilinçli olması, bunlara geçit vermemesi, Türklüğün yeniden hatırlanması gerekiyor. Yoksa zaten burada hep beraber yaşıyoruz kimsenin malında kimsenin gözü yok. Kimse kimseye karşı nefret duymamalı. Ama kimsenin de Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmaya yönelik adımlar atmaması gerekiyor. Orada işte karşı koyma hakkı da doğar. O yüzden halkımızın bilinçlenmesi, doğru okuması gerekiyor. Diğer okunanları görüyoruz, tarihi baştan yazmaya çalışıyorlar. Doğru okusunlar, Atatürk’ü iyi anlasınlar, Millî Mücadele Dönemini iyi bilsinler, saçma sapan insanlara paye vermesinler. Ondan sonra zaten her şey çözülecek.
Yorumlar
Kalan Karakter: