Küresel Nükleer Gerilim ile Sistemik Güç Dengelerinin Yeniden Doğuşu
Dünyanın kaderini değiştirecek nükleer oyun sahneleniyor. İsrail’in İran’a yönelik saldırıları, sadece bölgesel çatışma değil, küresel düzenin temel taşlarını sarsan kriz halini aldı. Ortadoğu’nun kalbinde şekillenen gerilim, nükleer silahların artık savaş aracı olmaktan çıkıp varoluşun zorunlu parçası haline geldiğini gösteriyor. İran, saldırılar karşısında İslam ülkelerinin hayatta kalmak için nükleer silah edinmeyi zorunlu görmesi, uluslararası sistemin kırılganlığını gözler önüne seriyor.
İRAN’IN NÜKLEER SİLAHLANMA MOTİVASYONLARI: TARİHSEL TRAVMALAR VE ULUSAL ONUR
İran’ın nükleer programı, sadece askeri caydırıcılığın ötesinde, tarihsel travmaların ve ulusal onurun yansımasıdır. 1953’te CIA ve MI6 destekli darbe, Saddam Hüseyin’in kimyasal saldırıları ve günümüzdeki suikastlar, Tahran’ın kolektif hafızasında derin izler bırakması nükleer silah, İran için sadece savunma aracı değil, uluslararası sistemde eşit statü talebinin sembolü haline geldi. Batı’nın İsrail’in nükleer cephaneliğine göz yumması, arayışı meşrulaştırıyor.
İSRAİL’İN “SAMSON SEÇENEĞİ”: SİSTEMİK ŞANTAJ VE KÜRESEL KAOS
İsrail’in “Samson Seçeneği” doktrini, sadece karşılıklı yok oluş tehdidinden ibaret değil; küresel altyapı sistemlerini hedef alan siber ve teknolojik şantajı da kapsıyor. Kritik altyapılara gömülü “ölüm anahtarları”, İsrail’in köşeye sıkıştığında dünya sistemlerini çökertme kapasitesini artırabilir. Stuxnet gibi yeni siber silahlar, stratejinin somut örnekleriyle savaşın fiziksel sınırlarını aşarak sistemik yıkım tehdidine evrildi. Böylece İran’ın nükleer silah edinme zorunluluğu belirginleşiyor.
ASİMETRİK SAVAŞLARDAN SİMETRİK CAYDIRICILIĞA: BÖLGESEL İSTİKRARIN ANAHTARI
İran’ın vekil aktörler üzerinden yürüttüğü asimetrik mücadele, bölgesel istikrarsızlığı derinleştiriyor. Ancak nükleer silah, İran’a doğrudan ve simetrik caydırıcılık gücü kazandırması, vekalet savaşlarının azalmasına ve bölgesel çatışmaların dondurulmasına yol açabilir. Hindistan-Pakistan örneği, çok kutuplu nükleer dengelerin çatışmayı engelleyebileceğini gösteriyor. Nükleer denklik, vekil savaşlardan doğrudan caydırıcılığa geçiş için kritik eşik.
ÇOK KUTUPLU NÜKLEER DÜZEN VE ULUSLARARASI HUKUKUN ÇİFTE STANDARDI
Nükleer silahların yayılması genellikle tehdit olarak algılansa da, birden fazla nükleer aktörün varlığı paradoksal biçimde istikrar sağlayabilir. Suudi Arabistan’ın Pakistan menşeli nükleer kapasitesi ve BRICS ülkelerinin artan etkisi, tek kutuplu hegemonya yerine dengeli çok kutuplu düzenin mümkün olduğunu ortaya koymaya çalışan yeni düzen, bölgesel güçlerin karşılıklı denge kurmasını teşvik ediyor ve tek taraflı caydırıcılığın yarattığı riskleri azaltıyor.
Ancak Batı’nın İsrail’in nükleer silahlarına tolerans gösterirken İran’a baskı uygulaması, uluslararası hukukun tarafsızlığını zedeliyor. NPT gibi kurumların meşruiyeti sorgulanması sadece İran’ı değil, diğer küresel aktörleri de Batı’dan uzaklaştırarak alternatif güvenlik mimarilerine yönelmelerine neden oluyor.
ULUSLARARASI TEPKİLER: RUSYA VE IAEA’NIN KRİTİK UYARILARI
Rusya, İsrail’in İran’daki nükleer tesislere yönelik saldırılarını uluslararası hukuka aykırı ve “nükleer felakete sürükleyen” eylemler olarak nitelendiriyor. Moskova, saldırıların sadece bölgesel değil, küresel güvenlik için kabul edilemez riskler taşıdığını vurguluyor. Diplomasi ve müzakereler yoluyla çözüm çağrısı yaparak askeri müdahalelerin masum canları tehlikeye attığını belirtiyor. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) ise Natanz nükleer tesisinde olası kimyasal kirlilik ve radyasyon tehlikesi konusunda uyarıda bulunuyor. Tesislere yönelik saldırıların çevre ve insan sağlığı üzerinde ciddi sonuçlar doğurabileceği belirtiliyor.
BÖLGESEL GERİLİMLERİN SİSTEMİK RİSKLERİ: ENERJİ, SİBER GÜVENLİK VE GÖÇ
Bölgesel çatışmalar, küresel enerji arzını sarsarak petrol ve doğalgaz fiyatlarında dalgalanmalara yol açabilir. Siber saldırılar kritik altyapıları hedef alarak finans ve iletişim sistemlerini tehdit ederken, artan şiddet göç dalgalarını tetikleyerek sosyal uyum ve güvenlik politikalarını zorlayabilecek riskler, uluslararası kurumların etkisizliğiyle birleşince sistemik kırılganlık artıyor.
DİPLOMASİ KRİZİ VE ÇOK TARAFLILIKTA GÜVEN EROZYONU
Birleşmiş Milletler, IAEA gibi uluslararası kurumların çatışmaya etkili müdahale edememesi, çok taraflı yönetişime olan güveni zedelemesi, alternatif blokların güçlenmesine ve küresel düzenin parçalanmasına zemin hazırlıyor. Diplomatik kutuplaşmalar derinleşirken, çatışmanın çözümü askeri seçeneklere kayması uzun vadede bölgesel ve küresel istikrarı tehdit ediyor.
BÖLGESEL GENİŞLEME VE MEDENİYETLER ARASI ÇATIŞMA TEHDİDİ
İsrail’in bölgesel hedefleri İran’la sınırlı kalmıyor; Pakistan gibi nükleer silahlı ülkeler de potansiyel hedefler arasında yer alması, jeopolitik çıkarların ötesinde, medeniyetler arası çatışma metaforunu gündeme getiriyor. Bölgedeki din temelli ideolojik vizyonlar, uluslararası güç dengeleriyle birleşerek karmaşık ve tehlikeli tablo ortaya çıkarıyor.
Sonuç olarak; İsrail’in saldırganlığı ve Batı’nın çifte standardı, İran’ı nükleer silahlanmaya itti. Bundan sonrada başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’daki İslam ülkelerini de nükleer silahlanmaya iten dinamikleri tetikleyecektir.
SADİ ÖZGÜL
Yorumlar
Kalan Karakter: