Mücahit Demir

Mücahit Demir

Genç Yazar
[email protected]

Sevgi [ XIII ]

16 Eylül 2020 - 17:33

“İnsan birbirinin hakkında ne kadar çok hüküm verirse, o kadar az sever,” der Balzac. Evet, haklıdır. Çünkü insanlar birbirleri hakkında hüküm verip yargılamaya çok istekli ve hevesli olduklarından birbirlerini sevebilecekleri zamanların da bir gün gelebileceğini unutmuş durumdalar. Sevgisiz insan veya sevgisiz bir aile ortamında yetişmiş bir çocuk diğerlerinden korkarak güvensiz bir şekilde nevrozlar içerisinde büyüdüğünden her şeyden çekinip korkar. Kendi ruhunu yeterince tanımadığı için dengesini kuramayan serçe gibi ürkek fert, büyüdükçe ben özgürüm nidaları atarken bile ihtiyaçlarına ve alışkanlıklarına bağımlısı olarak köle gibi yaşadığının farkına varamaz. Kölelerin kabullenilmiş çaresizlikleri vardır ve durumu değiştirmeye güçlerinin yetmeyeceğine inanırlar; kendisini kandırır, daima kendini garantiye almak ister, olaylara müdahale edecek cesareti bir türlü kendilerinde bulamaz ve karanlık içerisinde gideceği yönü göremedikleri ve bir mum yakarak etrafını aydınlatma cesaretini ve aklını kendine yaraşır şekilde kullanma erdemini hayatlarının hiçbir döneminde gösteremediklerinden, hayattaki olup biten tüm olumsuzları, kötülükleri çaresizce kabullenir ve olumsuzluklar karşısında dik duramaz ve ilk oku atarak eyleme geçme iradesini gösteremediği için de ne yazık ki, istemedikleri bir hayatın figüranı olarak yaşamak zorunda kalırlar... İşte sevgisizliğin insana ve topluma ödettirdiği böyle çok önemli ve ağır bedelleri vardır.
        Sevgide özne ile nesnenin birliği söz konusudur. Sevgi deneyiminde özne ile nesne, ben ile öteki, birbiri aracılığıyla kendi doğalarını gerçekleştirir ve dahası her biri kendini öteki aracılığıyla tanır. Bunu şöyle açıklar Hegel; sevgi, ben’in hem kendini (bir birey olarak) yitirdiği ve hem de kendini (daha geniş bir bütünün parçası olarak) bulduğu ya da kazandığı paradoksal bir süreçtir. Sevgi bu nedenle kendinden vazgeçmenin ve ayrıca kendini keşfetmenin momentlerini içerir. Sevgide kendinden-vazgeçme momenti mevcuttur, çünkü ben nihai değer olarak kişisel çıkarlarından feragat ederek ve kendini ötekilerle karşıtlık içinde tanımlamaktan vazgeçerek kendini bulur. Ayrıca kendini-keşfetme momenti de mevcuttur, çünkü ben sevgide kendini hem ötekinde hem de öteki aracılığıyla bulur; ben artık ötekine karşı olmadığını, bunun yerine ötekiyle kendinin birliği olduğunu anlar. Hegel bu sürecin tamamını bireysel dışsallaştırma ve içselleştirmeyi tin olarak tanımlar. Özne ile nesnenin birliğinde tanrısal bir şey mevcuttur ve her dinin idealinin bu olduğunu açıklar. Yaşam kendini sevgi aracılığıyla dışa vurur, sevgi bir süreçtir, bu süreç aracılığıyla kökensel birlik çokluk haline gelir ve farklılaşmış bir birlik olarak kendi içine geri döner. Sevgi paylaşmayı ve sevdiğini kendine tercih etmeyi gerektirir, bencilliği barındırmaz. Spinoza’nın etkin bir duygu olarak tanımladığı sevginin en etkin özelliği verici olmaktır. Verici olmak esasında insanı yoksunlaştıran değil, aksine insanı mutlu ve güçlü kılan bir eylemdir. Verme eyleminin karşıdaki kişiyi de harekete geçiren bir yönü vardır. Bu, verme eyleminin karşıdakinin de verici olmasını sağlaması demektir. Böylece toplumsal yapıyı oluşturan bireylerin birbirlerine olan duyarlılığı onların bir bütün olmasına katkı sunacaktır. Verme eyleminin kişinin karakteriyle ilgili olduğu da göz önüne alınacak olursa veren kişinin; kibir, bencillik, başkalarını sömürme gibi vasıflardan uzak biri olduğu düşünülebilir. Bu vasıflara sahip olan bireylerin oluşturduğu bir toplum huzur ve güven vadedecektir. (Fromm, Sevme Sanatı 32-37)
        Sevgi, verme etkinliğinin dışında; “özen, sorumluluk duygusu ve saygı” öğelerini barındırır. Özen, sevilen şeyin yaşaması ve gelişmesi için duyulan etkin ilgiye denir. Sorumluluk ise, başkalarının ihtiyaç ve yoksunluklarına karşı duyarlı olup, bu duruma yanıt verebilmeyi ifade eder. Sevginin olmazsa olmaz koşulu saygı da başkasının kendine özgü bireyselliğini algılamayı gerektirir. Zikredilen bu değerler, toplumu ayakta tutan yapıtaşları olarak değerlendirilebilir. Ancak bu değerlerin uygulanabilir olması için bilgi gereklidir. Bu, insanları tanıyarak sağlanacak bir bilgidir. Kişi sevme gücüyle karşıdakini tanımanın ötesine geçerek onun içine nüfuz eder. Böylelikle tam anlamıyla bir birleşmeden söz edilebilir. (Fromm, Sevme Sanatı,37-39)
Peck’e göre, amacı insanların ruhsal tekâmülü olan sevginin oluşması için bir his beklenmesi gerekmez. Zira gerçek sevgi duygusal olmaktan çok iradi bir adanmışlıktır. (Peck, Az Seçilen Yol, s.119) Bu nedenle Konfüçyüs: “Bir insanın kendini gerçekleştirmesi, kendini diğerlerine adama şeklidir,” der. Bu yolda insanı başarıya götürecek olmazsa olmaz kurallar ise; dikkat, cesaret ve öz disiplindir. (Peck, Az Seçilen Yol, 121-163
        İslâm’da esas olan “sevgi, barış, adalet” gibi ilkelerin egemen kılınması ve her türlü “şiddet, zulüm ve baskı”nın önüne geçilmesidir. Birilerine karşı savaşılacaksa da bu uğurda olmalıdır. Aksi halde savaş “mutlak” olarak istenen bir durum değildir. Bilakis zikredilen gayeye ulaşmak için şartlar gerektirdiği takdirde (“mukayyed” olarak) lüzum görülen bir durumdur. (Albayrak, Tek Tanrılı Dinlerde Barış ve Şiddet İkilemi, s.212) Size ne oluyor da Allah yolunda Ey! Rabbimiz bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” (Nisa, 4/75) ayetinde bölge, ırk, dil veya herhangi bir inanç aidiyeti belirtilmeksizin, müslümanlardan zulme maruz kalan insanlara karşı duyarsız kalmamaları istenmektedir. Ayrıca ayette iman-küfür değil de adalet-zulüm ilişkisinden hareket edilmesi dikkat çekicidir. (Albayrak, Tek Tanrılı Dinlerde Barış ve Şiddet İkilemi, s.217-218) Baskı ve şiddet kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer (küfürden) vazgeçerlerse, şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını hakkıyla görendir.” (Enfal, 8/39) Ayetinde geçen “savaşın” emrini M. Esed, insanın Allah’a kulluk etme hususunda tamamen özgürlüğüne kavuşuncaya kadar geçerli olduğu şeklinde tefsir eder. Ona göre bu savaşı haklılaştıran bir sebeptir. (Esed,I,330)
         “İnsanlar içinde öyleleri var ki, Allah’tan gayrısını Allah’a emsal tanırlar, onları, Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah’a karşı sevgileri her şeyden sağlam ve kuvvetlidir”. (Bakara, 165) Ayette Allah sevgisine şirkin karışabileceği çok açık beyan edilmiştir. Allah’ı sever gibi başkalarını sevmek şirk sayılmıştır. İman edenlerin Allah’a sevgileri ise her şeyin üstündedir.
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, geçersiz olmasından korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden meskenler size Allah’tan, elçisinden ve O’nun yolunda cihaddan daha sevgili ise, o halde Allah’ın emri (azabı) gelinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe, 9/24)
Ayete göre dünyevi herhangi bir varlığa duyulan sevgi, Allah’ın belirlediği hududun dışına çıkmamalı ve Allah’a duyulan sevginin önüne geçmemelidir. (Razi, Fahruddin Ebu Abdillâh Muhammed b. Ömer, Mefâtihu’l-Gayb, I-XXXII, Daru’l- Fikr, Beyrut 1981, XVI, 19.) Aksine bütün sevgilerin tamamı Allah için olmalıdır. Allah’ın hoşuna gitmeyecek bir şeye meyletmek, O’na olan sevginin nakıs olduğunu gösterir. (İbn Teymiyye, el-Ubudiyye, s. 105)
 “Biz Allah’ın sevgilileriyiz” diyen ama Allah’ın emir ve yasaklarına uymayan Yahudi ve Hristiyanlarla ilgili olarak Kur’an’da; “Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz” dediler. (Ey Peygamberim!) De ki: “O halde niçin günahlarınızdan dolayı Allah size azap ediyor” buyrulmaktadır. (Maide, 5/18) İman etmekle insan Allah’ın kulu olduğunu ve O’na mutlak itaat etmesi gerektiğini gönülden kabul etmiş olur. İman etmenin ön koşulu; hiçbir dayatma, baskı olmaksızın kalben bir kabulleniş ve onun tabii bir neticesi olarak kulluk bilincine erme, sonsuz bir muhabbet ve itaat olacaktır. Kulluğun özü, tam sevgi tam zillet ve sevdiğine boyun eğmektir. (İbn Kayyım el-Cevziyye, Medaricu’s-Salıkin, III, 28) Kulluk seviyesindeki muhabbet, sevgi mertebelerinin en üstünü ve en değerlisidir. Ubudiyet/kulluk, alçakgönüllülüğün ve sevginin mükemmel olmasını gerektirir. Araplarda, “Abbedehu’l-hubbu” yani “sevgi onu köleleştirdi, itaate mecbur kıldı” ifadesi kullanılmaktadır. (İbn Kayyım, Medaricu’s-Salıkin, III, 32)
         Buscaglia’ya göre, günümüz toplumlarının bir gelecek vadetmesi için insanlar arasındaki sevginin hâkim kılınması aciliyet gerektiren bir durumdur. O daha da ileri giderek, tarihin kritik bir noktasına gelmiş olan insanoğlunun tek çıkar yolunun sevmek olduğunu iddia eder. Aksi halde; “nefret, şiddet, önyargı, insan hayatına saygısızlık” gibi unsurların çok yaygın olduğu günümüz dünyası felaketlerin eşiğine gidecektir. Buscaglia her ne kadar bazı aydınların sevgiyi romantik bir saçmalık, idealist bir hayal ve bilim dışı olarak gören aydınlar olduğunu belirtse de onlara karşı insanlığı kurtarmak adına mücadele etmek gerektiğini savunur. Zira ona göre sevgiyi birleştirici ve iyiliğe yöneltici tek evrensel güç olarak kabul etmeliyiz. Ancak bu şekilde, insanların birbirinden farklı özellikleri ön plana alınıp, ayrıştırıcı bir unsur olarak ele alınmaz. Aksine düşmanlık beslenen kişilerle bile insani ortak duygulara sahip olunduğu idrak edilebilir. (Buscaglia, Leo, 9 Numaralı Otobüsle Cennet’e, Çev: Belkıs Dişbudak, İnkılap Yayınevi, İstanbul)
         Arzulanan bu toplum modelinin insani ilişkilerde sevgi temelli muamele yoluyla gerçekleşebileceği hakikati, sevginin korunması ve arttırılması hususunun önemini hatırlatmaktadır. Yardımlaşmak, hastaları ziyaret etmek, selamlaşmak, hediyeleşmek insanlar arasındaki sevgiyi pekiştiren, birlik ve beraberliği sağlayan bazı unsurlardır. Sağlıklı ve huzurlu bir toplum için bu tür hasletleri yaygınlaştırmak, ayrıca; yalan söylemek, haset etmek, gıybet etmek, tecessüste bulunmak, su-î zanda bulunmak gibi toplum düzenini menfi yönde etkileyecek tutum ve davranışlardan kaçınmak gerekir.” (Hadisler Bağlamında İnsanlar arası ilişkilerde sevginin yeri ve değeri, Semra Ekin/Çukurova Üniversitesi)
“Siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (tam) iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey öğreteyim mi? Aranızda selâmı yayın.” (Müslim, İman, 93 (Had. No: 54); Ebu Dâvûd, Edeb, 142 (Had. No: 5193)) Hz. Enes (ra)’dan: Hiçbiriniz kendiniz için arzu ettiğinizi kardeşi için de istemedikçe hakkıyle iman etmiş sayılmaz. (Buhârî, İman, 6 (Had. No: 13)).
 
Yetmiş iki millete kurban ol âşık isen
Ta âşıklar safında tamam olasın sâdık
Bir kez gönül yıktın ise şol kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil
Nerde ıssızlık var ise mahalle vü şardır bize
Adımız miskindir düşmanımız kindir bizim
Biz kimseye kin tutmayız kamu âlem birdir bize
Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan
Halka müderris ise hakikate âsidir.     Yunus Emre

16.09.2020
M. Mücahit DEMİR / Ülkepostası