Adalet - [ XVII ]

Mücahit Demir mchitdmir@gmail.com
ABONE OL

Adalet güç, hak, fıtrat ve vicdan kavramlarıyla yakından ilişkili bir konudur. Bunlar arasında nasıl bir ilişki bulunduğu söz konusu olunca da şöyle açıklamaya çalışalım. Senin üzerinde ailenin hakkı vardır, eşinin hakkı vardır, nefsinin hakkı vardır, Rabbi’nin hakkı vardır; her hak sahibine hakkını ver, hadisi şerifi hakla olan ilişkimizi açıklar. Diğer boyutları insanın değer yargıları ve bakış açısıyla şekillenmektedir. Fıtrat, insanın kendini tanıması ferdi kusur ve zaaflarını yakından bilmesi ve onları ortadan kaldırmak için özel bir çaba göstermesi demektir. Vicdan ise herkesin içinde bulunan ve ona doğruyu fısıldayan bir iç ses olarak tanımlanabilir. Fıtrat ve vicdan kirletilmemesi gereken insanî özelliklerdir, bu yüzden sürekli nefsin arındırılmasıyla aslına uygun olarak muhafaza edilmesi dikkat gerektiren meşakkatli bir süreç ve zor bir hayat tarzıdır. Adalet her hakkı sahibine vermek, her şeyi yerli yerine koymak demek olduğu için referans noktaları ve değer yargılarının doğru belirlenmesi çok hayatî bir konumu teşkil etmektedir.
Adalet yalnızca dışarıya dönük kişisel tavır ve davranışlar da ortaya çıkan kişisel bir tutum olarak anlaşılmamalıdır. İslâmî düşüncenin kaynaklık ettiği adalet, kişinin kendisiyle cemaat(millet) arasında birliği ve barışı sağlayan bir erdem olarak tanımlanmaktadır. Bedeni temel yönetim alanı olarak alan İslâmî düşüncenin “salih amel” e dayalı adalet anlayışı, kişinin kendi bedeninde barışı sağlama, iç arınmayı gerçekleştirme ve âlemle birlik olma amacına matuftur. Erdem olarak adaleti iki farklı biçimde tanımlayan felsefe ve İslâmî düşünüşten ilki, erdemde “orta ve dengeyi” temel almakta; diğeri ise erdemi kişinin “fıtratı ve insanlarla barışı” şeklinde okumaktadır. İnsanın bu iç yolculuğu neticesinde dengeye ulaşarak elde edeceği has/kişisel pâdişâhlığı, bireyin kendi nefsinde de adaleti gerçekleştirmesi demektir. Adaletin has pâdişâhlıktaki amacı tevhit inancını gerçekleştirmek, Allah’ın emirlerini yerine getirmek, nefsini düşman bilip gönlünü murakabedir/gözetlemektir. Bunun için kişinin yalan, töhmet, riya, fısk, zulüm gibi reziletlerden kaçınması gerekmektedir. Kendi beden mülkünde, has pâdişâh olan kişi, organlarını, nefsini, havas-ı bâtınayı (Havass-ı Hamse-i Batına -Kalbe bağlı beş duygu-: 1- Hiss-i müşterek: Hayal kuvveti, 2- Müdrike: Akıl, 3- Vehim, 4- Hafıza, 5- Mutasarrıfa: Meydana getirici hayal kuvveti manalarına gelir) ve beş duyuyu kontrol edebilmelidir. (Kâtibî, 2010: 164) Nefsi üzerinde adaleti gerçekleştirmeye kadir olamayan kişinin, halk ve memleket üzerinde adaleti gerçekleştirmeye güç yetiremeyeceğine, doğru eylemde bulunamayacağına inanılır. Onun için öncelikle insanın adaleti nefsinde gerçekleştirmesi gerekli ve önemlidir.  
           “Adaletin eş anlamlısı olan insaf kelimesi yarım anlamına gelen nısf kökünden türemiştir. Bu açıdan adalet, yarımı işaretleyen vasattır; böylelikle bir eş ikililik üzerinden birliği kurmaya çalışır. Adalet insanî duygular arasında bir nevî orta yolu bulma erdemidir. Kişinin sahip olduğu şefkat ve merhamet tüm insanlığı kapsayacak kadar geniş tutulmalı ve insanlık ailesinin bir ferdi olarak maddi ve manevi zor durumda kalan yardıma muhtaç herkese elini uzatabilmeli, her türlü ayrımdan nefsini kurtarabilmelidir ki, her bireye karşı önyargısız ve objektif davranabilsin. Kendini tanıyan insanın hayata ve doğaya, kendisine ve tüm yaratılmışlara karşı göstereceği "sevgi" günden güne artarken başkalarının hataları ve kusurları karşısında tolerans eşiği de o ölçüde yükselmekte ve kin, nefret ve öfke gibi psikolojik rahatsızlıklardan kurtularak, mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşamına devam edebilmektedir. Beden siyasetinin amacı, hikmet, iffet ve cesaret erdemlerinin toplamından oluşan adaleti gerçekleştirmektir. Adalet, ferdi bir erdemdir ve temelde ahlâkın konusudur. İtidal(denge) anlamına gelen adaleti, insanın kendine, ailesine, akrabasına, hayvanlara uygulaması gerekir. Adalet tamam olunca o kişi Allah’ın halifesi ve velisi olur.” (Tusi, 2013: 128)
          “[A]klun mühr-i müniri evvela sudurda zahir…adlün zuhuri aklun kemâlindendür. Eğer hakayık-ı eşyayı kemahi müşahade idüb batınını idrak eyleyesin ve zevahir ile muğter olup aldanmayasın aklun kemâl üzere olub senden adl ü nasfet zuhur eder.” demektedir. (İbn Fîrûz) Aklın aydın mühürü kalpte ortaya çıkar. Adaletin ortaya çıkması aklın kemâlindendir. Eşyanın hakikatini olduğu gibi müşahede edip onun batınını/numenini idrak etmelisin. Eşyanın görünen kısmına aldanmamalısın, böylece, aklın olgunlaşır, insaflı ve adil olursun.  “Her zaman ve her yerde mevcut durumuna uygun olarak Tanrı’yı onurlandırmak ve birlikte olduğun insanlara adaletle davranmak senin elindedir. “ (Marcus Aurelius)

09.01.2021
M.Mücahit DEMİR / Ülkepostası