İSTER İNANIN İSTER İNANMAYIN !

İSTER İNANIN İSTER İNANMAYIN !
27 Nisan 2024 - 22:11
ERGENEKON DOLANDIRICILARI
Ülkenin durumu malum. Millet adeta yaralı ruhların senfonisi. Anlatacağım öyküler yaşanmış olsa ve siz inanmayıp, ‘yok devenin başı’ deseniz de anlatılanlar aslında devede kulaktır.
Silivri cezaevinde FETÖ kumpasları ile içeri atılmış yüzlerce yurtsever insanın yargılandığı Ergenekon davasında ilginç olaylar yaşandı.
FETÖ uyanık ne de olsa CIA-MOSSAD eğitiminden geçmiş, tertemiz insanların içine topluma karşı suç işlemiş insanları da monte etmişti. TSK’nin yetişmiş kadroları tasfiye edilirken ustaca bir hamle ile 21 ayrı adi suç dosyası, Ergenekon isimli davayla birleştirilmişti. Amaç TSK personelini itibarsızlaştırmaktı. Bu yüzden bazı kurnaz siyasetçiler hala Ergenekon davasında yargılanan sanıkların hepsi masum mu? diye sorarlar. İşin esası, Ergenekon davasına yamanan bu kriminal suçların sanıklarıdır.
Davalar başlamış neredeyse haftanın 4 günü ortalama her biri 12 saat süren duruşmalar başlamıştı. Duruşma araları uzundu. Sanık adayları hep birlikte zaman geçiriyordu.
Sivil hayatta kendisini Albay olarak olarak tanıtıp onlarca insanı dolandırmış biri vardı. Kendisiyle ilk karşılaşmam duruşma aralarında oldu. Tipi gerçekten emekli Albay kopyasıydı. Kendine öyle bir hava vermiş. Tanışmam, kendisinin yanıma gelmesiyle oldu. “Aaa meşhur Mustafa Dönmez komutan sizsiniz demek. Bombacı komutan! Ben sizi dışarıda iken takip ediyordum” dedi. Ve sırıtarak elini uzattı. Ben de sizi tanıyorum siz ‘simitçisiniz’ değil mi diye sordum. Bozuldu. Estağfurullah dedi. Tabi ki estağfurullah simitçiler namusludur. Namusuyla çalışan ekmek kavgası veren emekçilerdir ya siz öyle misiniz? dedim ve sözüm bitmeden yanımızdan geçen birine selam vererek ayrıldı. Yalçın Küçük ve yanımdaki Subay arkadaşlar konuşmamı yadırgadılar. Yalçın Küçük ‘efendim bu tür konuşmalar yanlıştır. Belki o da iftiraya uğramıştır bak ne kadar da efendi bir adama benziyor’ dedi. Arkadaşlarımda hocayı onaylayan sözler yerine onu tasdikleyen baş hareketleri yaptılar. Adil Serdar Saçan çok zeki bir Polistir. Aynı yıllarda Ankara’da okuduk. Aynı yıllarda göreve başladık. 80’li yıllarda başlayan arkadaşlığımız zaman içinde dostluğa dönüştü. Davalar birleştiğinde aramıza karışan kriminal kişiler hakkında bilgi veriyordu. Adil Serdar belki görev gereği namussuzu, kolpacıyı, üçkâğıtçıyı hemen tanırdı. Gidin ona sorun bu kişiyi dedim. İlerleyen süreçte bu kişi koğuş arkadaşlarından benim avukatımı size tutayım diyerek yüklüce bir para koparmış. Dolandırıcılığı ortaya çıkınca cezaevi İdaresine, can güvenliğim yok diyerek başka koğuşa alınmasını sağladı. Koğuşa geçtiği gün onu koğuş arkadaşları hırpaladılar en sonunda tek kişilik bir hücreye alındı. Her duruşma da sanki bu olaylar yaşanmamış gibi kösele bir suratla insanlarla sohbet etmeye çalışır bir vaziyette ortalıkta dolaşırdı.
CİN ALİ’NİN SERÜVENLERİ
Cin Ali’nin, FETÖ tarafından Ergenekon davasına monte edildiği, her aklı başında insanın şüphesi olmuştu. Görünüşü mazlum mağdurdu. Birçok kişi onunla irtibatı yüzünden tutuklanmıştı ki inanılır gibi değildi. Genç teğmenlerin içeri alınmasında başrol oynamıştı. Her kesimden insanla kolayca diyalog kurmayı başarıyordu. Hedef kitlesi ibadetlerini aksatmadan yerine getiren dindar kişilerdi. Temasta olduğu her kişiyi dolandırdı. Askerlerden uzak durmaya çalışıyordu çünkü bazı kişilere ‘ben özel kuvvetler komutanıyım’ demiş. Hatta Kıbrıs’ta görev yapan bir Albay’ın esas duruşta olduğu, birlikte çekilen fotoğrafını kullanıyordu. Oysa o Albay kendisini ziyarete gelen kendisinden üst rütbeli komutanı karşılamak için esas duruşa geçmiş ancak Cin Ali bu fotoğrafı kendi amacına hizmet edecek bir şekle büründürmüştü. Güya kendisinin karşısında esas duruşa geçilmiş gibi insanlara satıyordu. Her iyi yalancı bilir; yalanın zafere ulaşması için gerçeklerle yoğrulması gerekir. Cin Ali’nin hiç utanması, arlanması yoktu. Ona inanan rütbeli subaylarda yok değildi. Mahkemede tanık olarak çağırdığı bir bayan kendisinin hırsız olduğunu söylemişti. Her suçlamayı mükemmel savuşturma ustasıydı ancak kendi tanığının herkesin içinde onun yüzüne hırsız olduğunu söylemesi ve kayıtlara geçmesine karşılık verememişti. Bir gün özel harekâtçı polislerin koğuşunda yatarken onların sigarasını araklarken yakalanmış. Kamuoyunda çok tanınan bir polis şefi fena hırpalamıştı. Başka bir koğuşa alındı. Değiştirmediği koğuş kalmadı. Bir keresinde mağdur, fakir diye bedelsiz avukatlığını yapan kişinin Mercedes’ini almış. İşin ilginç yanı dolandırmadığı kimse kalmamış olmasına rağmen cezaevinden çıktıktan sonra aynı düzenbazlığına devam etmesiydi. İçerde dolandırdığı insanları dışarıda da ikinci, üçüncü kez dolandırması aklın alacağı işler değildi. Cin Ali daima kazanmalıydı. Izdırap ve çile Silivri’nin her köşesinde hüküm sürerken o insan avına çıkmıştı. Şimdi Bodrum’da kale gibi bir Ev’de çaldığı çırptığı paralarla kendisine bir düzen kurmuş. En üzücü, tiksindirici yanı da dışarı çıktığında Ergenekon mağduru olduğunu sanarak ona yardım eden, evine alan tüm imkanları önüne seren kişinin eşini ayartarak onunla yaşamasıdır.
TECAVÜZCÜ ÇOŞKUN!
Çocuk yaşta çok sayıda erkek çocuklarının ırzına geçen bir sapık, Ergenekon davası içine monte edilmişti. Normalde bu tür kriminal kişiler ‘damat’ koğuşu olarak anılan yerlere kapatılır. Can güvenlikleri yoktur. Mahkeme’de kürsüye çıktı. Konuşmalarını dinlerken zannedersiniz ki mitolojide’ki Narkissos’un halk kültüründe ki Ovidio’nun aşkını yaşıyan ve mağdur olan biri görüntüsünde. Gerçekte sefil, düşkün birisi. Ne diyecek diye herkes merakla beklerken o kürsüden şöyle konuştu; “Ufak yaşta Fethullah yurtlarında kaldım. Abilerim her gün bana tecavüz etti. Alıştım. Yıllarca o yurtlarda, yüzlerce çocuğa bu zulmü yaşattılar. Mağdurum. Yanlış olduğunu biliyorum ama suçlu arıyorsanız o yurtlardaki çaresiz kimsesiz çocuklara bu işkenceleri yapanlara, bizleri bu fena işe alıştıranlara bakın.”
Kürsüden indi arka sıralarda oturan bizlere mağrur bir bakış salladı. Görünen o ki bir kutlama bekliyordu. İşin daha da ilginç yanı daha önce FETÖ mahkemelerinde hemen her duruşma da sekter konuşmalar yaparken şimdi yurt dışına kaçan ve CIA korumasında olan mahkeme heyetinin, yüz kızartıcı asılsız suçlamalarına cevap verirken benden ciddi açıklama bekleyen şakirtlere; ‘siz Fethullah’ın ibnelerisiniz. Sizlerin en iyi bildiği şey birbirinizi düzmenizdir. Çünkü aklınız böyle çalışıyor’ demem ve topluca mahkeme heyetinin benden şikâyetçi olmasıdır. (Gereksiz bu sözlerimi savunmak yiğit insan Av. Şule Eroğlu’na kalmıştı) Bu tecavüzcü Çoşkun benim yanımdan geçerken ‘Komutanım, nasıl konuştum ama? Bu Fethullah’ın piçlerine’ dedi. Çocuklarımızı kirleten sefil ruhlu kişi belli ki onay bekliyordu. Onun pişkin sözlerine karşılık verecek söz bulamadım. Suratına okkalı bir tokat yedi.
 
CEZAEVİNİN ASKERİSİ
Belki hayatında bir kızın elini tutmamış, hayatlarının baharında, cezaevine türlü FETÖ kumpasıyla içeri atılmış genç teğmenler ne güzel yürekli insanlardı. Toplumda yaş alıp kurnazlaşmamış, saf yürekli delikanlılar. Okullarında hepsi başarılı olmuş, dereceye girmiş kendilerini kanıtlayacak birçok başarıya imza atmışlardı. TSK içinde onları dışlamak maksadıyla olağanüstü bir mekanizma kurulmuştu. Şimdi o geleceğimiz olan genç teğmenler ve Harp Okulu öğrencileri tasviye edildi. En yüksekten bakan komutanlar hepimizi pazarlık masasında gözden çıkartmışlardı. Cezaevi sonradan bakanlık seviyesine yükselen kişiye bağlıydı. Cezaevi zulüm yeriydi. O kadar kötülük yapılıyordu ki 2000 sayfalık kitabıma detaylarını yazdım. Hatta askeri cezaevinden sivil cezaevine geçmek için tek dilekçe veren Subay bendim. (Sonradan Balyoz ve türevi davalarla sanık sayısı artınca işler değişti) Onlar gelmeden önce her şey olağanüstü sıkıydı. Bizlere hücre hayatı dayatılırken aramızdan bir Subay hemen her gün sürekli dışarıya çıkıyordu. Koğuşa saatler sonra döndüğünde ise yüzünde mutluluk vardı. Teğmenler uyanık, bunu fark ediyorlar. Koğuş dışından, cezaevinin dışarı açılan kapısında duran Başçavuşun oğlu bunların devre arkadaşı. Teğmenler avluya çıktıklarında bu esrarengiz Subayın nereye gittiğini öğreniyorlar. Kayıt defterine bakan Başçavuş, Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz’ün yanına gittiğini söylüyor. Bana ilettiklerinde inanamadım. Evet, ortada büyük bir kumpas düzeneği vardı ancak bir Subay’ın bu kadar alçak bir işe bulaşmayacağını düşünüyordum. Teğmenlere o kayıt defterinden mutlaka fotokopi almalarını söyledim. Çünkü iddia çok ciddiydi. O Subay kısa bir zaman sonra dışarı çıktı. Bir balon gibi yükseldi, yükseldi, sonra patladı.
Öykülerin yaşanmışlığı ister istemez ne zaman, nerede, kim, nasıl? gibi soruları aklınıza düşürecektir. Öykülerde bunların önemi yoktur. Araştırmak isteyenler bırakılan izlerden bunları takip ederek bulur. Söylemsel pratikler, katışıksız ve salt söylem üretim biçimleri değildir. Asıl odaklanılması gereken konu, öykülük vaziyetlerdir.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum