TÜRKİYE'DE SİYASET VE SOSYAL GRUPLAR (2)

ABONE OL

TÜRKİYE’DE SİYASET VE SOSYAL GRUPLAR (2)   “TERÖRSÜZ TÜRKİYE” VEYA” TOPLUMSAL BARIŞ DEMOKRATİK TOPLUM” AÇILIMI   Bir önceki bölümde ülkemizde yapılan genel siyaset ve siyasetçi döngüsünün dünyadaki gelişmelere ve evrensel değerlere kapalı işleyişinden bahsetmiştik. Bu haliyle ülkemizi ve milletimizi zamanın şartlarına ve geleceğe göre hazırlama yerine, mevcut durumundan da geri götürüldüğünden bahsetmiş, hatta bu kapalı ve kısır döngünün millet varlığımızın sürdürülmesi adına ciddi olarak endişe duyulması gerektiğini ifade etmeye çalışmıştık.    Bizi bu çıkmazın içine sokan görünür ve görünmez etmenlerin neler olduğu hakkında, konunun dinamikleri olan siyaset ve siyasetçiler ile sosyal yapılarımızı yakından inceleyeceğimizi ve ülkemizin hapsolduğu bu darlıktan çıkış yolları adına öneriler sunacağımızı da beyan etmiştik   Konular belki daha akademik ve sistemik olarak ele alınabilirdi. Ancak ülkemizde çok hızlı yaşanan dönemsel ve güncel durumlar, bu çalışmalarımızda ele alacağımız konuların önceliklerinin de şimdi olduğu gibi değiştirmesine neden olabilmektedir.     İçinde bulunduğumuz süreçte, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin PKK lideri A.Öcalan’a 22 Ekim 2024 tarihinde yaptığı çağrı ile Türk siyasetinde ve toplumunda çok radikal bir anlayış kırılmasının gerçekleştiğini bir daha görmüş olduk. Bu kırılmanın başta D.Bahçeli, MHP teşkilatı ve seçmen kitlesinin siyaset yapma yaklaşımına ve zihinsel yapısının çok hilafına olmasına rağmen lider, teşkilat ve seçmen tabanı tarafından büyük oranda kabul görmesi Türk siyasetinde çok rastladığımız “dün dündür bugün bugündür” anlayışının çok üzerinde gerçekleştiği ve üzerinde önemle durulması gereken bir gelişme olmuştur. Bu bölümde, Bahçelinin inisiyatif alarak başlattığı bu süreci analiz etmeye çalışacağız.   D.Bahçeli’nin 1997 yılından beri genel başkanlığını yürüttüğü MHP’nin Alpaslan Türkeş tarafından devletçi, milliyetçi hatta Türkçü bir konsept üzerine kurulduğu ve bu minvalde Türk siyasetinde yer aldığı biliniyor. Devlet Bahçeli zamanında da Bahçeli ve MHP uzun bir süre benzer anlayışlarla siyaset yapmaya devam etmiştir. 2015 yılında AKP ile fiili ve sonra resmi ittifak kurmuş, bu ittifak ile birlikte ülke yönetiminin Cumhurbaşkanlığı(tek adam) sistemine geçilmesinde en etkili dinamiklerden biri olmuş ve en çok eleştirilen yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının ortadan kaldırılmasında, dolayısıyla ülkemizin demokrasiden uzaklaştırılmasında temel belirleyici bir aktör de olmuştur.   Bahçeli ve MHP kurumsal olarak, Ekim 2024 tarihine kadar A.Öcalan ve PKK düşmanlığı üzerinden HADEP, DEM, HÜDAPAR gibi Kürt sosyolojisine dayalı politikalar yapan partileri dışlamış, düşmanlaştırmaya varıncaya kadar da ötekileştirmeye çalışmıştı. PKK teröründe şehit ve gazi olanlar üzerinden hassaslaşan sosyal kalabalıkları da zaman zaman bu yönde hareketlendirmişti.   Ancak, söz konusu bu tarihten itibaren Bahçeli’nin Öcalan ve PKK ile ilgili siyaset yapma anlayışı radikal bir şekilde değişmiş, halk deyimiyle söyleyecek olursak, sanki “kafasına taş düşmüş” Öcalan’a, PKK’YA ve Kürt! Partilerine karşı kadimden beri gelen söylem ve siyasetini 180 derece değiştirmiş olduğunu, her hafta yaptığı açıklamalarla bu anlayışını pekiştirdiğini gördük.    Ülkemiz siyasetinin son günlerinde, İmamoğlu’nun tutuklanması, CHP Genel kongresi, ekonomik krizlerin sürekliliği gibi iç siyasette, Trump ve Netenyahu’nun dünyada ve bölgemizde dalgalandırdığı ve nereye varacağı kestirilemeyen dış ilişkiler ve dış siyaset tüm canlılığı ile devam etse de. Bahçeli’nin başlattığı Erdoğan’ın ve Cumhur ittifakının desteklediği CHP ve diğer birçok partinin de onay verdiği, yeni Öcalan ve PKK yaklaşımının veya siyasetinin kesintiye uğramadan ve öngörülen takvime göre hayata geçirileceği izlenimini yaşanan gelişmeler üzerinden anlıyoruz.     Öcalan merkezli gelişen bu gelişmelere Devlet cenahı “terörsüz Türkiye” derken, Öcalan ve PKK tarafı “toplumsal barış ve demokratik toplum ” demektedir. Gerçekte ise terörden vazgeçeceği kabul edilen Öcalan ve PKK mensuplarının hapisten çıkarılacağı ve başta Öcalan ve PKK lider kadrolarına her türlü vatandaşlık hakları ile ulusal ve bölgesel boyutta siyasi roller de verileceği izlenimini de ediniyoruz.    Konu ile ilgili devlet adına ortaya konulan yeni anlayışın ve bu kapsamda yapıldıysa anlaşmanın detaylarına biz halk olarak vakıf değiliz. Projeyi sadece bilenler bilmekle birlikte, Bahçeli ve Erdoğan ile DEM Partililerin kamuya mal olan açıklamalarından bu projenin küçük aksaklıklara rağmen devam ettirileceğini anlıyoruz. Birinci çözüm (2013-2015) sürecinde ortaya çıkan olumsuzluklardan AK Partiyi korumak için “başarısızlık ihtimalini ve projedeki riskleri” Bahçeli’nin üstlendiğini, Erdoğan’ın ve AKP’nin en azından proje sonuçlanıncaya kadar iktidarda kalmasını sağlamak için sürecin riske edilmeden sürdürüleceğini değerlendiriyoruz.   Bu gelişmeler çerçevesinde kendimize, birbirimize, elbette kendisini akil, aydın, ilim insanı, kanaat önderi, elit, milliyetçi ve vatansever addeden kişilere ve milletin şahsi manevisine soruyoruz. 50 yıldır Öcalan ve örgütü PKK düşman kabul edilirken ve bu anlayışla mücadele edilirken, ne oldu da şimdi bu “ezeli düşman” dost statüsüne alınıyor? Ülkenin birlik beraberliğine ve “terörsüz Türkiye” idealine hizmet edecek denilerek taltif ediliyor ve çeşitli payeler verilmeye çalışılıyor? Bu PKK mücadelesi neden 50 yıl sürdürüldü? daha erken bitirilerek 10 binlerce güvenlik görevlisi, polis ve Mehmetçik ile Kürt gençlerinin ölümünün önüne geçilemez miydi? Devlet Bahçelinin Ekim 2024 te dile getirdiği “Terörsüz Türkiye” projesini 2023, 2022, 2021 yıllarında veya çok daha önceki yıllarda, Bahçeli veya diğer devlet adamları tarafından düşünülemez ve dile getiremez miydi? oysa o dönemleri de hatırlıyoruz. Başta Bahçeli, Öcalan’a bebek katili, cani diyordu. HADEP ve DEM Partileri için terör örgütünün TBMM’deki uzantıları, partileri kapatılsın mallarına el konulsun, bu partileri kapatmayan AYM’de kapatılsın diyordu. Öcalan ve PKK gerçeğine karşı radikal bir şekilde değişen en devletçi Devlet Bahçeli’nin ve devlet anlayışı ve politikasının sonucunda, bu güne kadar PKK ile mücadele edilmesi gerektiğine inandırılmış milletin genel sosyolojisinde, özellikle yakınları ile birlikte yüzbinleri bulan şehit ve gazi aileleri üzerinde doğuracağı psikolojik ve sosyolojik travmalar ne olacaktır?  Bundan sonra bu tür tehlikelerde Milletten beklenen mücadele azmi ve motivasyonu sağlanabilecek midir? ….   Konu ettiğimiz olay üzerinden düşünen, muhakeme yapan sonuç çıkaran insanlar olarak baktığımızda, uzun süredir uygulanan bir anlayış uğruna 10 binlerce can verilmiş, milletin maddi ve manevi imkanları eğitimden sağlıktan.. kısılmış bu amaca yönelik harcanmış, bu terörle ve teröristle mücadele yolunda 50 yıl boyunca ülke olağanüstü bir seferberlik hali yaşmış. Sonunda pardon yanlış yapıyoruz, yanlış yoldayız, biz bu meseleyi can vermeden, barış ve demokrasi içinde de çözebiliriz denilerek radikal bir şekilde değişikliğe gidilmesini, kim açıklayacak? Hani nerede geleceği okuma?, ön alma? Öngörü? hani nerede derin strateji? yada “stratejik derinlik”, devlet adamlığı... yaşadığımız şu durumu açıklamak ve işin içinden çıkmak için hangi akıl, bilim, sosyoloji disiplinleri yetecek? Açıklanması insan idraki içerisinde mümkün mü?. Ancak söz konusu meselede ülkeyi idare edenlerin geldiği yer de burası.    Normal şartlarda ve verili bilgiler ve kabuller üzerinden açıklayamadığımız bu durumların içinden çıkmak için çoğu zaman olduğu gibi komplo teorilerine sarılmak zihnimizin imdadımıza yetişiyor. Yarı gerçek yarı yakıştırma olan bu konudaki teori ise Türk siyasetini dizayn eden illegal başka muktedirlerin varlığının gerçeğe yakın derecede aklımıza yatıyor oluşudur. Yani legal siyasette yer alan ve her gün gördüğümüz siyasi figürler gerçekte siyasi bir iradeye sahip değiller. Siyaseti ve temel politikaları şekillendiren iradenin görünmeyen illegal muktedirleri de var. Bu muktedirler siyasi figürlerle birlikte sosyal gruplara da bu kadar sert ve hızlı manevralar ve geri dönüşler yaptırabiliyorlar. Yaşadığımız süreçte bir olgu gerçekliği karşımızda duruyor olsa da, kişilerin çeşitli manevralar yapması çok kolay olabilir, çok örneklerine de vardır. Kişisel boyutlardaki bu durumu aklımız da kabul ediyor. Ancak, bir kitleye bir sosyolojiye, o sosyal kitlenin keskin ve kemikleşmiş kabullerinin tersine, kısa sürede ve keskin bir şekilde nasıl manevra yaptırabilirler? sorusuna aklımız cevap vermekle zorlanıyor olsa da. Bunun açıklamasını; bu muktedirlerin toplumun zayıflıklarını iyi bilmeleri hatta gerekli olan zamanlarda değerlendirilmek üzere bilinçli ve hesaplı olarak zayıf bırakmaları dolayısıyladır. Toplumun zayıflığı, Dünya’ya kapalı, hatta birbirlerine de kapalı ve karşıt durumda bulunuşları, bilişim, iletişim ve paylaşımlarının dar ve kapalı döngüler içinde kalması, lideri kutsamaları, liderin düşünce ve eylemlerini sorgulamaktan uzak durmaları, lidere sorgusuz biat edilmesi gerektiğini inanç olarak kabul etmeleri gibi negatif kültür içinde tutulmalarıyla açıklaması yapılabilir.    Yukarıda yaptığımız analiz, Türk Milletini oluşturan sosyal grupların genelinin gerçeğini büyük oranda ortaya koymaktadır. Bu tespitlere diğer sosyolojilere karşı ön kabuller, iletişimsizlik, ideolojik ve siyasi taraftarlık, medeni değerlerden yoksunluk, etnik ve inanç bağlılığı gibi farklılıkları da eklemek gerekir.     Bununla birlikte siyasette, politikada ve diğer alanlarda mevcut liderlerin evrensel değerler, ilim, ideal, ahlak ve tutarlılık gibi kriterlerde tartışmalı oluşları, çok kolay manevralar yapabilmelerine ve aynı durumda bulunan seçmen veya bağlısı sosyal kitlelerini de kolaylıkla arkalarından taşıyabilmelerine neden olmaktadır.   Konu kapsamında ifade edecek olursak, Öcalan ve PKK projesinin Türkiye sathı mahallinde ciddi anlamda tepki çekmeden kabul görmesi ve hükümet tarafından uygulanmasının nedenini yukarıda legal lider ve illegal güç ve taraftar toplum analizinde izah etmeye çalışmıştık. Ortaya çıkan bu durumu “lidere bağlı, itaat eden ve kapalı toplum olma” gerçekliği içinde toplumun sosyolojisinin dirençsiz ve zayıf durumda olması, yürütülen projede kolaylaştırıcı bir etken olmuştur, diye özetleyebiliriz.   Ancak burada,  Ülkeyi yöneten AK Parti ve bileşenleri(Cumhur ittifakı), uzun süredir bir vakıa olarak hukuk ve demokrasiden uzaklaşmış durumda bulunurken, Öcalan’ın sadece bir bölge için değil, tüm Türkiye için önerdiği iddia edilen “toplumsal barış ve demokratik toplum” konsepti içinde yer alan umdelerle arasında oluşan mesafe farkı nasıl kapatılacaktır. Bu iki (anti demokratik-demokratik) mesafeli durumun uyumu ve demokratik noktada nasıl buluşulacaktır. Bu çok bariz çelişkili durumun cevabı konusunda da, ilerde olası olasılıkları elbette ele alacağımızı ifade etmek isterim. Ayrıca, Türk devletinin ve kamuoyunun 50 yıldır terörist ve terörist başı, bebek katili dediği birisinin, Ülke yöneticileri ile girdiği pazarlık şartının en temel maddesi olarak. “Toplumsal barış ve Demokratik toplum” temasıyla Türkiye’nin demokratikleşmesini istemesi, gerçek olabilir mi? eğer gerçekten böyle bir şartı devlet ricaline karşı şart koşuyorsa, kendilerine aydın ve demokrat diyen, ancak ülkenin içinde bulunduğu reel durumda “demokrasi, hukuk, özgürlük..” demeye korkan ve çekinen bir elit! kitle “neme lazım” diyerek kenara çekilmişken, tescilli bir terörist başının Ülke için hem de nitelikli bir demokrasi istemesi “zihinleri yakan” çok garip bir durum oluşturmaktadır. Elbette üzerinde durmaya devam edeceğiz.     Devam eden yazılarımızda, yukarıda sıraladığımız sorular, devlet cenahının “Terörsüz Türkiye” temalı açılımı, Öcalan’ın ise “Barış ve demokratik toplum” teması kapsamlarında yaşanan gelişmeler değerlendirilmeye devam edilecektir.   Haşim EFE