Mücahit Demir

Mücahit Demir

Genç Yazar
[email protected]

Değişmeyen Öz : [ Tin ] - (XI)

03 Temmuz 2020 - 21:56

Marcus Aurelius’a göre insan gövde, tin ve us gibi üç öğeden kurulu bir istenç varlığıdır. Gövde ölümle çözülür, toprağa karışır; tin tanrısal bir nitelik taşıdığından yok olmaz, evrensel kaynağa döner. Tin yapısı gereği, yüksek nitelik taşıyan bir özdektir, tin’de bulunan us da özdekseldir. Gerek tin gerekse us evrende içkin olarak bulunur. “Her şey birbirine bağlıdır, onları birbirine bağlayan bağ kutsaldır: Hemen hemen hiçbir şey insana yabancı değildir. Çünkü her şey birbirleri ile ilişkili olarak düzenlenmiş olup birlikte evrenin düzenini oluştururlar. Var olan bütün şeylerden oluşan bir tek dünya vardır, onları kuşatan Tanrı tektir, öz tektir, yasa tektir, tüm düşünen varlıklarda ortak olan us tektir; gerçek de tektir; eğer aynı türden olan ve aynı usu paylaşan tüm varlıkların yetkinliği doğruysa. İnsan tini, doğası bakımından, Tanrı tözüyle özdeş olduğundan, kişi kendi özünü bildiği oranda evrensel olanı da bilebilir. Bu nedenle nesneleri değil, insanın kendini bilmeye, anlamaya çalışması gerekir. Tanrısal ve evrensel yasalara göre düzenlenen doğaya uymak insanı yanılmalardan, ahlâka aykırı davranışlardan, tutkuların baskısından kurtarır. Her bireyin başına gelen her şey bütüne yararlıdır. Kendisiyle uyum içinde yaşayan evrenle uyum içinde yaşar.” (Marcus Aurelius, Düşünceler, Shf. 91)
       Kendisine hayranlık beslediğim filozoflardan bir diğeri olan Soren Kierkegaard insanı şöyle tanımlar: “İnsan tindir. Peki, tin (Spirit) nedir? Tin ‘Ben’dir(self). Fakat, ‘Ben’ nedir? Ben kendi kendine bağlı olan bir ilişkidir.” Bununla birlikte insan bir sentezdir, “sonsuz ve sonlunun, geçici ile kalıcının, özgürlükle zorunluluğun sentezidir.” Bu açıdan bakıldığında onun benliği, üç aşamalı bir sentez olarak ele aldığı anlaşılmaktadır. Bunlar, sonlu-sonsuz; kalıcı-geçici ve özgürlük-zorunluluk karşıt öğelerinin biraraya gelmesiyle ortaya çıkan aşamalardır. İnsan bir ‘Ben’ olarak düzenlemiş bir varoluşa sahiptir. Bu ise onun kendini Tin olarak gerçekleştirmesi anlamına gelir. Tinselleşmek ise özgürleşmekle aynı şeydir. Bu da ancak Tanrı karşısında bulunmakla elde edilebilir. Bu açıdan bakıldığında gerçek insan, Kierkegaard düşüncesinde, özgür bir tin olan ‘Teolojik Ben’ olarak tanımlanabilir.  Ruh-Beden sentezinde, beden öğesi daima ruh ve ‘Tin’in emrinde olmalıdır. Beden bir nevi onların aleti olarak ifade edilmektedir. Bedenin ruhun emrinde olmasının sağlanması bir ödev olarak kabul edilir. Eğer bu ödev gerçekleşmese yani benden ruhun ve tinin emri altında sokulmazsa, beden doğallığı ifade ettiğinden, doğal öğe ön plana çıkar ve insan böylece benliğin ortadan kalktığı kişilik dışı bir durum içerisine sokulmuş olur. Bu durum ‘Doğallık’ içinde bulunmaktır ve Kierkegaard için ‘Doğallık’ hiçbir zaman bir ‘Ben’e sahip olmamanın ifadesidir. Ben’ olma ya da başka bir ifadeyle ‘Kendilik Bilinci’ bir ödevdir fakat bu ödevi her ‘Kişi’nin gerçekleştirmediği görülmektedir. Hangi ‘Kişi’lerin bunu gerçekleştirebildiği sorusu beraberinde Kierkegaard, varoluş alanlarını hakkındaki düşüncesini ortaya koymaktadır. ‘Özgürlük’ün tam olarak gerçekleşmesi demek insanın ‘Ben’ olma ödevini tam anlamıyla gerçekleştirmiş olması demektir. Bu manada ‘Özgürlük’ ancak ‘Dini Ben’ tarafından gerçekleştirilmektedir. ‘Dini Ben’ Mutlakla karşı karşıya olmayı ve onunla mutlak bir ilişki de bulunmayı seçebilen kişidir. Bunu seçmesi aslında insanın “iman sıçrayışı” yapmayı seçmesi demektir. Bu tercih ne tensel arzuların kölesi olmakla ne de toplum isteklerinin ön planda tutulmasıyla gerçekleştirmiştir. Bu tercih sadece kendi düşünsel tercihidir. İşte ‘Özgürlük’ bu tercih sayesinde ortaya koyulmuş olur. Bu açıdan ‘Özgür’ bir edim, ancak ‘Dinî’ varoluş alanında, ‘Dinî Ben’ tarafından gerçekleştirilebilir.
        Evet, birey nefsi ve cismaniyeti açısından sınırlı, ruhu ve tini açısından ise sonsuzdur. Hakkını teslim etmek gerekir ki, Alman filozof Hegel’in Kant’ın açtığı yoldan giderek; ilkçağda Platon’un ele aldığı Devlet’in modern tanımını yaparak özbilinç, eylem, özgürlük, irade ile yetkinleşen insanın kollektif şuur içerisinde birey olarak temerküz etmesine ve tarih yapan rolüne dikkat çekmiş ve felsefe ile ilgilenenlerin aşina olacağı üzere etkileri uzun süre devam ettirmiş olan kendine has güçlü bir felsefî sistem inşa etmiştir. Peki Kierkegaard’ın insanı tanımlarken kullandığı, Hegel’in büyük önem atfettiği “tin” detaylı olarak nasıl izah edilebilir? Hegel’e göre tin 3’e ayrılır: Öznel tin, Nesnel tin ve Saltık tin olmak üzere. Şimdi bunlara daha yakından bakalım:
 Gerçekliğin tümü yalnızca bir İde, Mutlak ya da Nesnel Akıl, bir Mutlak Tin aracılığıyla anlaşılabilir. Tin insandaki tanrısallıktır, yani doğada beşer olarak yaratılması hasebiyle kendisine yabancılaşmış insanın, sorumluluğunun farkına vararak eylemleriyle ve ortaya koyduğu yasalarla kölelikten kurtulup özgürlüğünü ilan etmesidir. Her şey zıddıyla bilinir. Bu açıdan Hegel’in düşünce dünyasında Kant’ın aksine barış değil, savaş ve çatışma esastır. Çünkü her bilinç, karşısındaki bilinci kendi bilinci haline getirmeye çabalar ve çatışma kaçınılmaz olur. Bu süreçte tanıyan ‘Köle’, tanınan ‘Efendi’ konumuna geçer, tarihsel süreç içerisinde bunlar yer değiştirebilmektedir. Bu önbilginin ışığında Hegel’in düşünce dizgisini takip ederek onun varlık ve insan telakkisini anlamaya çalışalım: “Dünya, varlık, kültür ve uygarlık dediğimiz her şey, Mutlak Zihnin diyalektik adımlarından meydana gelir. Evren, kendisinde Mutlak Aklın amaçlarının gerçekleştiği bir evrim sürecidir. Hakikat bütündedir, ama bütün yalnızca evrim süreci tamamlandığında gerçekleşir. Mutlak’ın(Tanrı), Tin’in diyalektik hareketinin birinci adımında O, kendisindedir. Burada Tin, henüz imkânlar ülkesidir. O, kuvve halinde olan gücünü henüz gerçekleştirmemiştir. (Tez) Bununla birlikte, onun kendisini bilmesi, tanıması için, Tin’in kendisine bir gerçeklik kazandırması gerekir. Tin, Mutlak Zihnin bu amaçla kendisini ilk olarak doğada gerçekleştirir. (Antitez) Doğa dünya dediğimiz şey, karşıtlaşmış, farklılaşmış hale gelen Mutlak Varlıktır. O, şimdi kendisinden başka bir şey olmuş, özüne aykırı düşmüştür. Tin, Mutlak Zihinle doğada kendisine yabancılaşmış kendi özü ile çelişik duruma düşmüştür. Burada Tin maddeye bulaştığı ve kendine yabancılaştığı için kötülük ve kendisinden beklenmeyecek olumsuz insanî tavır ve davranışlar ondan sadır olabilir. Bu çelişki, diyalektik sürecin üçüncü basamağında, kültür dünyasında ortadan kalkar. (Sentez) Bununla da Tin, yeniden kendini bulur, kendine döner, ancak o, bu kez bilincine tam olarak varmış, özgürlüğe kavuşmuş durumdadır. Çünkü Tin’in yasası, doğal dünyada zorunluluk, buna karşın kültür dünyasında özgürlüktür. Kültür dünyasında Tin kendisini: Öznel Ruh, Nesnel Ruh ve Mutlak Tin olarak açar. Tin, kendisine yönelmiş özgür bir varlık, kendisini bilip tanıyan bağımsız bir gerçeklik haline gelmek için, doğadan yavaş yavaş sıyrılır. Kendisini tanıyan Ruh, kendisinden başka ruhları da artık tanımaya ve kabul etmeye başlar ve böylece Tin kendisini Nesnel Ruh olarak gerçekleştirir. Bunun sonucunda ortaya ahlâk ve devlet çıkar. Hegel’e göre devlet, Tanrı’nın dünyadaki yürüyüşünü istenç olarak edimselleştiren Us’un gücü olarak ortaya çıkar. İnsan devlet ilişkisinde Hegel’in tikelin tümel içinde erimesi ve/veya eritilmesi süreci olarak görür. Çünkü ona göre doğruluk, ahlaklılık ve gerçeklik tümelle-tikelin uzlaşımıdır. Bu durum Ben’i kendi içinde kalmaktan kurtularak genel kurallara ve öznellikten nesnelliğe yükselmesi demektir. Tarihin belli bir döneminde belli bir halk Ruhun gelişimini üzerine alır. Ruhun hukuk, ahlâk ve tarih alanındaki bu nesnelleşmesi boyunca kendine dönmesi, kendini tanıması, Mutlak Ruhun bilincine varması söz konusudur. Bu bilince ulaşan kişi Mutlak Ruh haline gelir, Mutlak Ruh da üç aşamada gerçekleşir. Sanat (tez), din(antitez), felsefe(sentez). Hegel için felsefe, sanat ve dinin aşılması onların içerdikleri hakikatin daha üst bir düzeyde kavranmasıdır. Felsefe Tin’i, Mutlak Varlık olarak kavrar ve onu hem maddi olmayan bir düşünce hem de elle tutulup gözle görülebilen bütün varlıkların birliği olarak kavrar. Düşünür evrenin anlamını bildiği, evrensel dinamik aklın kategorilerini, işlemlerini yakaladığı zaman, en yüksek bilgi düzeyine yükselir. Düşünce ve varlık aslında özdeştir.”

Yukarıda anlatılan son derece özgün Hegel'in 'tinsel sistemi'ni' madde madde tablo halinde özetlersek:
 

ÖZNEL TİN
1-Ruh
2-Bilinç
2a-        Genel Bilinç
2b-        Özbilinç
2c-         Us
3- Psikoloji
3a-          Teorik Zihin
3b-          Pratik Zihin
3c-          Özgür Zihin
 
NESNEL TİN
1-Hak
2-Ahlâk
3-Törellik (Etik Yaşam) 
3a-           Aile 
3b-           Sivil Toplum
3c-           Devlet
 
SALTIK TİN
1-Sanat 
2-Din 
3-Felsefe
 
NOT
Öznel Tin'in Garantörü       İNSAN
Nesnel Tin'in Garantörü       DEVLET
Saltık Tin'in Garantörü       KÜLTÜR

03.07.2020
M.Mücahit DEMİR / Ülkepostası